HİDAYETİ GİZLEYENLER RAPORLARI

1. RAPOR: 15/HİCR-41
2. RAPOR: 48/FETİH-20
3. RAPOR: 32/SECDE-9
4. RAPOR: 42/ŞÛRÂ-13
5. RAPOR: 10/YÛNUS-7
6. RAPOR: 13/RA'D-21
7. RAPOR: 2/BAKARA-112

8. RAPOR: 89/FECR-27
9. RAPOR: 13/RA'D-14
10. RAPOR: 33/AHZÂB-72
11. RAPOR: 23/MU'MİNÛN-103
12. RAPOR: 39/ZUMER-71
13. RAPOR: 2/BAKARA-120
14. RAPOR: 1/FÂTİHA-6

15. RAPOR: 3/ÂLİ İMRÂN-73
16. RAPOR: 30/RÛM-8
17. RAPOR: 25/FURKÂN-30
18. RAPOR: 40/MU'MİN-15
19. RAPOR: 6/EN'ÂM-87
20. RAPOR: 13/RA'D-28
2/BAKARA-159: Muhakkak ki, beyyinelerden indirdiğimiz şeyleri ve hidayeti (ölmeden evvel ruhun Allah'a ulaştırılmasını) Kitap'ta insanlara açıklamamızdan sonra gizleyenlere, işte onlara, Allah lânet eder ve lânet ediciler de onlara lânet eder.

3/ÂLİ İMRÂN-73 ÂYETİ İÇİN HİDAYETİN GİZLENMESİ RAPORU

3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).



****

HİDAYETİN GİZLENDİĞİ MEÂLLER
Yukarıdaki başlık Bakara Suresinin 159. âyetinde "hidayeti gizleyenler" ifadesinden esinlenerek verilmiştir. Hidayetin, insan ruhunun yaşarken Allah'a ulaştırılması olduğu (1. teslim) ve diğer teslimlerin (toplam 4 teslim) gizlenmesi, İblisin bugün ülkemizi de içine alan İslâm Coğrafyasındaki en büyük tuzağıdır. Hidayetin gizlenmesi; tüm insanlığı ebedî cehennem hayatına sürüklediği için Allah'a îmân eden herkesin, yegâne kurtuluş kapısı olan hidayeti muhakkak öğrenmeleri ve dilemeleri gerekmektedir. Bu yazı dizimizde bu paragrafta gördüğünüz tüm ifadeler birer birer âyetlerle ispat edilecektir.


Abdulbaki Gölpınarlı: Ve dininize uyan kişiden başkasına inanmayın. De ki: Doğru yol, ancak Allah yoludur. Size verilenin başkalarına da verildiğine ve onların, Rabbiniz katında deliller göstererek sizinle tartışacaklarına inanmayın dediler mi de, de ki: Lütuf ve ihsân ancak Allah'ın elindedir, dilediğine lütfeder ve Allah'ın lütfü boldur ve her şeyi bilir o.
Adem Uğur: Sizin dininize uyanlardan başka hiçbir kimseye inanmayın. " (Resûlüm!) De ki: Doğru yol ancak Allah'ın yoludur. Yine (onlar, kendi aralarında şöyle dediler:) "Size verilenin benzerinin başka herhangi bir kimseye verildiğine, yahut Rabbinizin huzurunda onların size karşı deliller getireceklerine de (inanmayın)." De ki: Lütuf ve ihsan Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir. Allah'ın rahmeti geniştir ve O her şeyi hakkıyla bilir.
Ahmet Tekin: 'Sizin dininize, medeniyetinize tâbi olandan başkasına güvenmeyin, boyun eğmeyin' dediler. Sen de:
'Tek doğru ve hak din, Allah’tan gelen, Allah’ın hidayet rehberiyle öğrettiği dindir.
Ey ehl-i kitap, size verilenin benzeri herhangi bir kimseye, Muhammed’e veriliyor diye mi karşı çıkıyorsunuz yahut müslümanlar Rabbinizin huzurunda size karşı deliller getirecek diye mi böyle davranıyorsunuz?' de. Yine sen:
'Lütuf ve ihsan Allah’ın elindedir, O’nun kudretindedir. O lütfunu, sünnetine, düzeninin yasalarına uygun olarak, iradesinin tecellisine tâbi, akıllı ve sorumlu kimselere verir.' de.
Ali Bulaç: "Ve sizin dininize uyanlardan başkasına inanıp güvenmeyin." De ki: "Şüphesiz doğru yol Allah'ın dosdoğru yoludur. Size verilenin bir benzeri birine (İslam peygamberine) veriliyor ya da Rabbinizin katında onlar (müslümanlar) size karşı deliller getiriyorlar, diye mi (bu telaşınız?) De ki: "Şüphesiz 'lutuf ve ihsan (fazl)' Allah'ın elindedir, onu dilediğine verir. Allah (rahmeti) geniş olandır, bilendir."
Ali Fikri Yavuz: Ve kendi dininize bağlı olanlardan başkasına inanmayın: (Ey Rasûlüm onlara) de ki, doğru yol Allah’ın yoludur, İslâm dinidir; -ve size verilen kitabın benzeri, hiç kimseye verilmediğine, yahut müminlerin Rabbiniz huzurunda size üstün geleceklerine iman etmeyin.” De ki: Doğrusu fazilet ve ihsan Allah’ın elindedir. Onu dilediği kimseye verir ve Allah rahmeti bol olandır, her şeyi hakkıyla bilendir.
Bekir Sadak: (72-73) Kitab ehlinden bir takimi soyle dedi: «Inananlara indirilene gunun basinda inanin, sonunda inkar edin ki, belki donerler ve dininize uyanlardan baskasina inanmayin". De ki: «Dogru yol Allah'in yoludur". Ve yine baskasina da verildigine veya Rabbinizin katinda Muslumanlarin karsi delil getirip sizi alt edecegine inanmayin» derler. De ki: «Dogrusu bol nimet Allah'in elindedir, onu diledigine verir. Allah'in fazli her seyi kaplar, O her seyi bilir".
Celal Yıldırım: Ve bir de kendi dininize uyandan başkasına (sakın ha) inanmayın. De ki: Elbette doğru yol, hakkın beyânı Allah yoludur. Ve (yine onlar dediler ki): «Size verilenin bir benzeri başka birine verildiğine veya (Muhammed'e inananların) size Rabblniz katından delil getirip (üstünlük) sağlayacağına inanmayın. (Çünkü siz Allah'ın has kulları ve yegâne sevgililerisiniz).» De ki: Üstünlük, şerefli kılmak, fazilete eriştirmek Allah'ın elindedir; onu dilediğine verir. Allah geniş ölçüde veren ve her şeyi yeterince bilendir.
Diyanet İşleri (eski): (72-73) Kitap ehlinden bir takımı şöyle dedi: 'İnananlara indirilene günün başında inanın, sonunda inkar edin ki, belki dönerler ve dininize uyanlardan başkasına inanmayın'. De ki: 'Doğru yol Allah'ın yoludur'. Ve yine başkasına da verildiğine veya Rabbinizin katında Müslümanların karşı delil getirip sizi alt edeceğine inanmayın, derler. De ki: 'Doğrusu bol nimet Allah'ın elindedir, onu dilediğine verir. Allah'ın fazlı her şeyi kaplar, O her şeyi bilir'.
Diyanet Vakfi: Sizin dininize uyanlardan başka hiçbir kimseye inanmayın.» (Resûlüm!) De ki: Doğru yol ancak Allah'ın yoludur. Yine (onlar, kendi aralarında şöyle dediler:) «Size verilenin benzerinin başka herhangi bir kimseye verildiğine, yahut Rabbinizin huzurunda onların size karşı deliller getireceklerine de (inanmayın).» De ki: Lütuf ve ihsan Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir. Allah'ın rahmeti geniştir ve O her şeyi hakkıyla bilir.
Elmalılı (sadeleştirilmiş): Ve kendi dininize uyanlardan başkasına aman vermeyin.» De ki: «Muhakkak doğru yol, Allah'ın yoludur, size verilen gibisi başka birine veriliyor veya Rabbinizin katında size üstün gelecek diye midir bu?» De ki: «Doğrusu nimet Allah'ın elindedir, onu dilediğine verir ve Allah, nimeti bol olan, herşeyi bilendir.»
Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2): «Ve kendi dininize uyanlardan başkasına inanmayın» (dediler). De ki: «Şüphesiz doğru yol, Allah'ın yoludur». (Onlar kendi aralarında): «Size verilenin benzerinin hiçbir kimseye verilmiş olduğuna, yahut Rabbinizin huzurunda sizin aleyhinize deliller getireceklerine» (de inanmayın dediler). De ki: «Lütuf Allah'ın elindedir, onu dilediğine verir. Allah, rahmeti bol olan, her şeyi hakkıyla bilendir».
Fizilal-il Kuran: Aslında kendi dininize uyanlardan başkasına sakın inanmayınız: De ki; 'Doğru yol yalnız Allah'ın gösterdiği yoldur: Onlar birbirlerine 'Size verilen mesajın benzeri bir başkasına (peygambere) verildiği için ya da söyleyeceklerinizi, Rabbiniz katında size karşı delil olarak kullanırlar diye müslümanların dinlerine inanmayın' derler. De ki; 'Lütuf, Allah'ın elindedir, onu dilediğine verir. Allah'ın lütfu geniştir ve O her şeyi bilir.'
Gültekin Onan: "Ve sizin dininize uyanlardan başkasına güvenmeyin / inanmayın (la tüminu)." De ki: "Şüphesiz doğru yol Tanrı'nın dosdoğru yoludur. Size verilenin bir benzeri birine (islam peygamberine) veriliyor ya da rabbinizin katında onlar (müslümanlar) size karşı deliller getiriyorlar diye mi (bu telaşınız?) De ki: "Şüphesiz fazl Tanrı'nın elindedir, onu dilediğine verir. Tanrı (rahmeti) geniş olandır, bilendir".
Hasan Basri Çantay: «Ve dîninize tâbi olandan başkasına aman vermeyin» (Habîbim onlara) de ki: «Şübhesiz doğru yol Allahın yoludur» (O güruh aralarında da şöyle derler:) «Size verilenin benzeri hiç bir kimseye verilmiş olduğuna, yahud onların (müslümanların) Rabbiniz indinde size karşı deliller, hüccetler getireceklerine (inanmayın)». De ki: «Lûtf-ü inayet muhakkak Allahın elindedir. Onu kime dilerse ona verir. Allah, rahmeti bol olan, her şey'i hakkıyle bilendir».
İbni Kesir: Kendi dininize uyanlardan başkasına inanmayın. De ki: Doğru yol, Allah'ın yoludur. Derler ki: Size verilen bir benzerinin de birine verildiğini veya Rabbınızın katında size delil gösterecekleri bir şeyi açıklamayın. De ki: Doğrusu lütuf Allah'ın elindedir, onu dilediğine verir. Allah Vasi'dir, Alim'dir.
Muhammed Esed: ama sizin inancınıza uymayan hiç kimseye (gerçekten) inanmayın." De ki: "Tek (gerçek) rehberlik, Allah'ın rehberliğidir; size verilen (vahy)in benzerinin başka birine de verilmesi şeklinde ifa edilen (bir rehberlik)". Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda size muhalefet mi edeceklerdi? De ki: "Lütuf ve ihsan, Allah'ın elindedir; onu dilediğine bağışlar: çünkü Allah (rahmet ve cömertliğinde) sınırsızdır, her şeyi bilendir,
Şaban Piriş: Dininize uyanlardan başkasına inanmayın, dediler. De ki: -Doğru yol, sadece Allah'ın gösterdiği yoldur. Size verilen bir başkasına da verildi veya Rabbiniz katında size üstün gelecekler diye mi (telaşlanıyorsunuz)? De ki: -Nimet ve ihsan Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir. Allah, ihsanı bol olan, her şeyi bilendir.
Suat Yıldırım: (72-73) Ehl-i kitaptan bir güruh birbirlerine, şöyle dediler: "Şu Müslümanlara indirilen kitaba günün başlangıcında (zahiren) iman edin, sonunda da inkâr edin, olur ki onlar da şüpheye düşüp dinlerinden dönerler. Ve bir de kendi dininize tâbi olandan başkasına sakın ha güvenmeyin!" Ey Resulüm, de ki: "Doğru yol, Allah’ın yoludur," Yine onlar kendi aralarında: "Size verilen vahyin, başkalarına da verildiğine veya Rabbinizin huzurunda Müslümanların karşı delil getirip sizi mağlup edeceklerine inanmayın!" derler. De ki: "Lütuf Allah’ın elindedir, dilediğine ihsan eder. Allah vâsi ve alîmdir (lütfu boldur, her şeyi hakkıyla bilir).
Tefhim-ul Kuran: «Ve sizin dininize uyanlardan başkalarına inanıp güvenmeyin.» De ki: «Hiç tartışmasız doğru olan yol Allah'ın dosdoğru yoludur. Size verilenin bir benzeri birine (İslâm peygamberine) veriliyor ya da Rabbinizin katında onlar (müslümanlar) size karşı deliller getiriyorlar, diye mi (bu telaşınız?) De ki: «Şüphesiz 'lutuf ve ihsan (fazl) ' Allah'ın elindedir, onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir.»
Ümit Şimşek: 'Sizin dininize uyanlardan başkasına da inanmayın.' Sen, 'Doğru yol Allah'ın gösterdiği yoldur' de. Onlar yine birbirlerine der ki: 'Size verilenin benzerinin başka birisine de verileceğine veya Rabbinizin huzurunda onların size karşı delil getireceklerine sakın inanmayın.' De ki: Lütuf Allah'ın elindedir; onu dilediğine bağışlar. Allah'ın lütfu çok geniştir; O herşeyi bilir.
Yaşar Nuri Öztürk: Dininize uyandan başkasına inanmayın." Söyle onlara: "Hidâyet, Allah'ın kılavuzlamasıdır. Size verilenin benzeri bir başkasına veriliyor yahut Rabbinizin katında tartışarak size üstün gelecekler diye mi bütün bunlar?" De ki: "Lütuf Allah'ın elindedir; onu dilediğine verir. Allah Vâsî'dir, varlığı sürekli genişletir; Alîm'dir, herşeyi en iyi şekilde bilir."
Abdullah Aydın: "Ve dininize bağlı olanlardan başkasına inanmayınız." (Derler.) (Resûlüm onlara) De ki: "Doğru yol ancak Allah'ın yoludur. Size verilen kitabın benzeri, bir başkasına veriliyor, yahut mü'minler Rabbiniz huzurunda aleyhinize deliller getirirler diye mi (böyle düşündünüz ve yaptınız?" De ki: "Doğrusu, fazilet ve ihsan Allah'ın elindedir, onu dilediğine verir. Allah, rahmeti bol olan, her şeyi hakkıyla bilendir."
Ahmet Davudoğlu: Ve kendi dininize uyanlardan başkasına inanmayın. De ki: “Doğru yol Allah'ın yoludur.” Size verilenin misli birine veriliyor veya Rabbinizin huzurunda size galebe edecekler diye mi bu? De ki: “Fazilet Allah'ın elindedir; onu dilediğine verir. Allah rahmeti bol olandır; her şeyi bilendir.”
Arif Pamuk: "Ve kendi dininize uyanlardan başkasına inanmayın!" De ki: "Şüphesiz doğru yol, Allah'ın yoludur. Size verilenin misli birine veriliyor veya Rabbinizin huzurunda size galebe edecekler diye mi bu?" Deki: "Üstünlük, şerefli kılmak, fazilete eriştirmek, Allah'ın elindedir; onu dilediğine verir. Allah geniş ölçüde veren ve her şeyi yeterince bilendir."
Bahaeddin Sağlam: Ve dininize uymayana inanmayın! Sen de ki: “Doğru (samimi olan) yol, Allah'ın yoludur.”
Diyanet Vakfı (1993): Sizin dininize uyanlardan başka hiçbir kimseye inanmayın.(Resûlüm!) De ki:” Doğru yol ancak Allah'ın yoludur.”
Hasan Tahsin Feyizli: “Sizin dininize tâbi olanlardan başkasına da inanmayın.” derler. De ki: Şüphesiz doğru yol, Allah'ın yoludur (Engel olunmaz).
Hüseyin Atay, Yaşar Kutluay: Dinimize uyanlardan başkasına inanmayın. De ki: “Doğru yol Allah'ın yoludur”
İsmail Mutlu, Şaban Döğen: Birde, "Sizin dininize uyanlardan başkasına iman etmeyin" dediler. Sen, "doğru yol Allah'ın gösterdiği yoldur" de. Onlar yine bir birlerine der ki: "size verilenlere benzer mucizelerin başkasına da verildigine veya onların kıyamet günü Rabbinizin huzurunda sizin aleyhinizde delil getireceklerine inanmayın." Sen de ki: Lütuf ve ihsan Allah'ın elindedir: onu diledigine verir. Allah'ın lütfu boldur ve o herşeyi hakkıyla bilir.
Mustafa İslamoğlu: Fakat sizin dininize uymayan kimseye asla (yürekten) inanmayın!” (Şu hakikati) ilan et: “Doğru rehberlik sadece Allah’ın rehberliğidir; size verilenin bir benzerinin başka birine de verilmesi (zorunuza mı gitti), yoksa Rabbinizin huzurunda aleyhinize delil getirirler diye mi (korkuyorsunuz)? (Şunu da) ekle: “Lütuf ve ihsan Allah’ın elindedir, onu dilediğine bahşeder; zira Allah (lutfunda) sınırsız olandır, her şeyi bilendir:
Nedim Yılmaz: Bir de “sizin dininize uyandan başkasını tasdik etmeyin” dediler. De ki: “Doğru yol ancak Allah’ın yoludur. Size verilenin benzeri, bir kimseye veriliyor veya Rabbinizin huzurunda size karşı delil getirip sizi susturacaklar diye mi böyle yapıyorsunuz? De ki: “Lütuf Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir. Allah’ın lütfu boldur, O herşeyi çok iyi bilir.
Ömer Rıza Doğrul: Sakın siz kendi dininize mensup olandan başkasına inanmayın. (Ya Muhammed) De ki: Doğru yol (hidayet yolu) Allah yoludur. Size verilen ayetlerin benzeri başkasına veriliyor veya Rabbınızın nezdinde size karşı galebe çalıyor diye mi (böyle davranıyorsunuz)?” De ki: Her lütuf, her nimet Allah'ın elindedir. Allah onu dilediğine verir. Allah'ın rahmeti geniştir. Allah her şeyi bilicidir.
Talat Koçyiğit: Dininize tâbî olandan başkasına inanmayın. (Ey Muhammmed) De ki: “Doğru yol ancak Allah'ın yoludur.”
Prof. Dr. Muhammed Hamidullah: “Ve siz, dininize uyanlardan başka hiç kimseye inanmayın.” De ki: “ Doğru yol gerçekte Allah’ın yoludur: İsterse bu, size verildiği gibi, herhangi birine de verilmiş olsun.” 3_ Yoksa, 4 Rabb’iniz katında sizinle tartışacaklar!_ De ki: “Gerçekte kayra, Allah’ın elindedir; onu dilediğine verir. Ve Allah sonsuzdur, bilir.”
Şevket Gürel: Kendi dininize uyanlardan başkasına inanmayın. de ki : "doğru yol, Allah'ın yoludur." derler ki : "size verilenin benzerinin bir başkasına da verildiğini veya Rabbinizin katında size karşı delil gösterecekleri bir şeyi (müslümanlara açıklamayın)". de ki : "doğrusu lütuf Allah'ın elindedir, onu dilediğine verir. Allah vasi'dir. O herşeyi bilendir"
İsmail Hakki İzmirli: kendi dininize tabi olan kimseden başkasına inanmayın. Onlara de ki "Yol Allah yoludur" "Size verilen şeylerin başka birine de verildiğine , yahut onlarin size karşı Rableri nezdinde huccet getireceklerine inanmayın." Onlara de ki "nimet ve inayet Allah'ın elindedir. Allah onu dilediğine verir. Allah vasi'dir, hakkiyle alimdir.
Hamdi Aktaş: dininize uyanlardan başkasına inanmayın. (Resulüm!) deki : "asıl doğru yol Allah’ın yoludur." Onlar "Size verilenin benzeri bir başkasına da verildi diye veya rabbinizin katında size karşı delil getirirler diye iman etmeyin" diyorlar. Deki : "doğrusu nimet Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir." Allah’ın lütfu geniştir, o her şeyi bilir.
Şamil Döğen: birde "sizin dininize uyanlardan başkasına iman etmeyin" derler. Sen: "doğru yol Allah’ın gösterdiği yoldur" de. Onlar yine biri birlerine derler ki "size verilenlere benzer mucizelerin başkasına da verildiğine veya kıyamet günü rabbinizin huzurunda sizin aleyhinize delil getireceklerine inanmayın". Sen deki: "lütuf ve ihsan Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir. Allah’ın lütfu boldur ve o her şeyi hakkıyla bilir".
Heyet (Prof. Dr. Ali Özek, Prof. Dr. Hayreddin Karaman, Doç. Dr. Ali Turgut, Doç. Dr. Mustafa Çağrıcı, Doç. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Doç. Dr. Sadreddin Gümüş) : Sizin dininize uyanlardan başka hiçbir kimseye inanmayın. (Resulüm!) De ki: Doğru yol ancak Allah’ın yoludur. Yine (onlar, kendi aralarında şöyle dediler:) Size verilenin benzerinin başka herhangi bir kimseye verildiğine, yahut Rabbinizin huzurunda onların size karşı deliller getireceklerine de (inanmayın). De ki: Lütuf ve ihsan Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir. Allah’ın rahmeti geniştir ve O her şeyi hakkıyla bilir.
İbrahim Balcı: Ve "kendi dininize uyanlardan başka kimseye inanmayın!" dediler. De ki: Muhakkak doğru yol Allah'ın yoludur. Size verilenin benzeri baska birine veriliyor veya Rabbimiz katında size üstün gelecekler diye mi endişe ediyorsunuz? De ki (Nimet ve İhsan Muhakkak Allah'ın elindedir. Dilediğine verir Allah. İhsani bol olan herşeyi bilendir)
İmam Taberi (Tercüme: Mehmet Keskin): “Dininizden tabi olanlardan başkasına inanmayın.” De ki: “Doğru yol Allah’ın yoludur.” (Muhammed’e tabi olmayın) size verildiği gibi başkasına da vahiy verilmesine ya da Rabbinizin katında size karşı hüccet ileri sürüp sizi altedeceklerine inanmayın. De ki: “Doğrusu bol nimet Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir. Allah’ın fazlı her şeyi kaplar. O her şeyi bilir.
Türkiye Diyanet Vakfı (2009): Sizin dininize uyanlardan başka hiç bir kimseye inanmayın. (Resulüm!) De ki: "Doğru yol ancak Allah'ın yoludur." Yine (onlar,kendi aralarında şöyle dediler:) "Size verilenin benzerinin başka herhangi bir kimseye verildiğine, yahut Rabbinizin huzurunda onların size karşı deliller getireceklerine de (inanmayın)" De ki: Lütuf ve ihsan Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir. Allah'ın rahmeti geniştir ve O her şeyi hakkıyla bilir.


****

ÂYETİN ANLAMININ DEĞİŞTİRİLDİĞİ DİĞER BAZI MEÂL HATALARI
Bu kategorideki Meâl hataları hatanın türüne göre bazen çok önemli olabilmekle beraber, bazen de asıl olan anlatımın içerisinde yanlış anlaşılmalara yol açan hatalardır. Bu kategoriye dahil edilmiş tüm hatalarda; hatanın derecesini anlayabilmek adına muhakkak "analiz" bölümündeki ilgili bölümü okuyunuz.


Ahmed Hulusi: "Dininize tâbi olmayana inanmayın!" De ki: "Hidâyet, Allâh hidâyetidir (hakikatiniz olan Allâh Esmâ'sının hidâyeti esastır). Size verilenin bir benzeri de başka birine veriliyor diye ya da (verilenle) Rabbinizin huzurunda size galip gelecekler diye mi muhalefetiniz?" De ki: "Muhakkak ki fazl Allâh elindedir, onu dilediğine verir. Allâh Vasi'dir, Aliym'dir. "
Ahmet Varol: 'Sizin dininize uyandan başkasına inanmayın.' De ki: 'Gerçek hidayet Allah'ın hidayetidir. Bir kimseye size verilmiş olanın benzerinin verilmesinden dolayı ve onların Rabbinizin katında aleyhinize deliller getireceği endişesiyle mi (böyle yollara başvurma gereği duyuyorsunuz)!' De ki: 'Lütuf Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir. Allah geniş lütfu olandır ve ilim sahibidir.'
Diyanet İşleri: “Sizin dininize uyandan başkasına inanmayın” (dediler). De ki: “Şüphesiz hidayet, Allah’ın hidayetidir. Birine, size verilenin benzerinin verilmesinden veya Rabbinizin huzurunda aleyhinize deliller getireceklerinden ötürü mü (böyle söylüyorsunuz)?” De ki: “Lütuf Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.”
Edip Yüksel: 'Sizin dininize uyandan başkasına uymayın.' Sen de onlara, 'Hidayet ALLAH'ın hidayetidir,' de. 'Size verilenin benzerininin bir başkasına verildiğine de inanmayın; yoksa Rabbiniz hakkında sizinle tartışma hakkı kazanırlar,' derlerse, 'Lütuf ALLAH'ın elindedir, dilediğine verir,' de. ALLAH Cömerttir, Bilendir.
Elmalılı Hamdi Yazır: Ve kendi dininize tabi' olanlardan başkasına eman vermeyin. De ki: Her halde hidayet Allah hidayeti, size verilen gibisi birine veriliyor veya rabbınızın huzurunda size galebe edecekler diye mi bu? De ki: Doğrusu fazıl Allahın elindedir, onu dilediğine verir, ve Allah vâsi'dir, alîmdir
Hayrat Neşriyat: Fakat dîninize tâbi' olandan başkasına inanmayın!' (dediler). (Ey Resûlüm!) De ki: 'Şübhesiz hidâyet, Allah’ın hidâyetidir. Size verilenin benzeri, (başka) birine (de) veriliyor veya (kıyâmet günü) Rabbinizin huzûrunda (mü’minler) size karşı delil getirecekler (de galipgelecekler) diye mi (böyle söylüyorsunuz)?' De ki: 'Şübhesiz lütuf, Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir!' Allah ise, Vâsi' (lütfu geniş olan)dır, Alîm (hakkıyla bilen)dir.
Ömer Nasuhi Bilmen: «Sizin dininize tâbi olandan başkasına inanmayınız.» De ki: «Şüphe yok hidâyet, Allah'ın hidâyetidir. Size verilen şeyin benzerinin başka bir kimseye verildiğine veya Rabbinizin nezdinde aleyhinize hüccet getireceklerine inanmayın.» De ki: «Fazl, şüphesiz Allah Teâlâ'nın elindedir. Onu dilediğine verir. Ve Allah Teâlâ, vâsidir, alîmdir.»
Ömer Öngüt: “Sizin dininize uyanlardan başka hiçbir kimseye inanmayın. ” De ki: “Gerçek hidayet Allah'ın hidayetidir. ” (Onlar kendi aralarında şöyle dediler): “Size verilenin benzerinin bir başkasına verildiğine, veya Rabbinizin katında size karşı onların delil getireceklerine de inanmayın. ” De ki: “Lütuf ve ihsan Allah'ın elindedir, onu dilediğine verir. Allah'ın lütfu geniştir, O her şeyi bilir. ”
Süleyman Ateş: "Sizin dininize uyandan başkasına güvenmeyin!" (dediler.) De ki: "Hidâyet Allâh'ın hidâyetidir. Birine, size verilenin benzerinin verilmesinden veya Rabbinizin huzûrunda aleyhinize deliller getireceklerinden ötürü mü (böyle söylüyorsunuz)?, De ki: "Lutuf Allâh'ın elindedir, onu dilediğine verir, Allâh(ın lutfu) geniştir, (O her şeyi) bilendir.
Ali Arslan: (Ve devamla) Sakın dininize tâbî olan kimselerden başkasına inanmayın! (Ey Muhammmed) De ki: “Şüphesiz hidayet Allah'ın hidayetidir.”
Ayntabî Mehmet Efendi: Ve kendi dininize tâbi olan kimseden başkasına inanmayın. De ki: “Her halde hidayet, Allah Teala'nın hidayetidir.” Size verilen şeylerin benzerinin (kudret helvası, bıldırcın kuşu gibi ni'metlerin ve mu'cizelerin) başkasına da verildiğine yahud onların (Müslümanların) Rabbiniz indinde size karşı deliller, hüccetler getireceklerine inanmayın. De ki: “İlim ve hikmet, fazilet, tevfik ve hidayet Allah Teala'nın kudret elindedir. Onu dilediğine verir. Allahü Azîmü'ş-şân Vasî^dir (ihsanı boldur), Alim'dir (her şeyi hakkıyla bilendir).”
Hüseyin Kaleli: “Dininize uyan kimseden başkasına da inanmayın (Rasulüm): “Şüphesiz hidâyet. Allâh’ın hidâyetidir”de. Size verilen şey gibi birine verildiğine (inanmayın) veya Rabbiniz katında sizinle iddialaşmalarına da (inanmayın). (Ey Rasulüm): “Muhakkak fazl-u (Kerem) Allâh’ın elindedir. Dilediği kimseye verir” de. Hem de Allâh Vâsidir, Bilendir.”
Ziya Kazıcı, Necip Taylan: “Sizin dininize uyanlardan başkasına inanmayın.” dediler. De ki: “Hidayet, Allah'ın hidayetidir.”
Bir Heyet: Sizin dininize tâbi olanlardan başkasını tasdik etmeyin. (Ey Muhammed)! De ki: “Hidayet Allah'ın hidayetidir.”
Yard. Doc. Dr Nusrettin Boleli, Yard. Doc. Dr Niyazi Belki : “Ve dininize uyanlardan başka hiçbir kimseye inanmayın,“ (dediler). De ki:” Gerçek hidayet Allah`ın hidayetidir. Size verilenin bir benzerinin başka birisine verilmesinden veya Rabbinizin huzurunda sizin aleyhinize delil gertimelerinden korkarak mı tasdik etmiyorsunuz?” De ki: “Şüphesiz lütuf Allah`ın elindedir, onu dilediğine verir. Allah, genis lütuf sahibidir, O herseyi cok iyi bilendir."
Hace Ahmet Didin: sizin dininize tabi olanlardan başkasına inanmayın. Deki: "muhakkak hidayet Allah’ın hidayetidir. Size verilenin misli başka birine veriliyor. Veya rabbinizin indinde sizinle mücadele ederek galip gelecek diye mi?" Deki "fazilet Allah’ın kudret elindedir, onu dilediğine verir. Allahın rahmeti geniş, her şeyi bilendir."
İsmail Kurt: (Ve kendi dininize tabi olan kimseden başkasına inanmayın.De ki; her halde hidayet Allahu Teala'nın hidayetidir.Size verilen şeylerin benzerinin (kudret helvası, bıldırcın kuşu, gibi nimetlerin ve mucizelerin) başkasına da verildiğine yahud onların (müslümanların) Rabbiniz indinde size karşı deliller,hüccetler getireceklerine inanmayın.De ki; ilim ve hikmet,fazilet,tevfik ve hidayet Allahu Teala'nın kudret elindedir.Onu dilediğine verir Allah-ü Azimüşşan vasidir. (ihsanı boldur. Her şeyi hakkıyla bilendir.)
Yard. Doç. Dr. Sıtkı Gülle: Yanlız dininize uyana inanın De ki: Kuşkusuz hidayet, Allah'ın hidayetidir. Size verilmiş olanın aynısının birisine verilmesi veya Rabbiniz katında size karşı delil gösterecekler (diye mi bütün bunlar) De ki kuşkusuz fazilet Allah'ın elindedir, onu dilediğine verir. Allah vasi'dir, pek iyi bilendir.

3/ÂLİ İMRÂN-73 İÇİN ANALİZ

وَلاَ تُؤْمِنُواْ إِلاَّ لِمَن تَبِعَ دِينَكُمْ قُلْ إِنَّ الْهُدَى هُدَى اللّهِ أَن يُؤْتَى أَحَدٌ مِّثْلَ مَا أُوتِيتُمْ أَوْ يُحَآجُّوكُمْ عِندَ رَبِّكُمْ قُلْ إِنَّ الْفَضْلَ بِيَدِ اللّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاء وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ

Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).

1.ve lâ tu'minû: inanmayın, îmân etmeyin
2.illâ li men: o kimseden başka
3.tebia dîne-kum: sizin dîninize tâbî oldu, uydu
4.kul: de, söyle
5.inne el hudâ: muhakkak ki hidayet (Allah'a ulaşmak)
6.hudâ allâhi: Allah'ın hidayetidir (Allah'ın Kendisine ulaştırmasıdır)
7.en yu'tâ: verilmesi
8.ehadun: bir kimse, bir başkası
9.misle: benzer
10.mâ ûtîtum: size verilen şey
11.ev yuhâccû-kum: yoksa onlar sizinle çekişiyorlar mı
12.inde rabbi-kum: Rabbiniz'in huzurunda
13.kul: de, söyle
14.inne el fadla: muhakkak ki fazilet
15.bi yedi allâhi: Allah'ın elinde
16.yu'tî-hi: onu verir
17.men yeşâu: dilediği kimseye, dilediğine
18.ve allâhu vâsiun: ve Allah Vâsi'dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar)
19.alîmun: en iyi bilendir

 

****

HİDAYET ALLAH'A ULAŞMAKTIR!

Hidayet, insan ruhunun kişi yaşarken Allah’a ulaşmasıdır. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:

3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).

Bakara Suresi 120. âyet-i kerime:

2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve le initteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
Ve sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden asla razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (Allah’ın kendisine ulaştırması) işte o, hidayettir.” . Sana gelen ilimden sonra eğer gerçekten onların hevalarına uyarsan, senin için Allah’tan bir dost ve bir yardımcı yoktur.

Şimdi birileri çıkıp itiraz ediyorlar ve şöyle söylüyorlar: “ Hayır, oradaki ifade Allah’a ulaşmak değil; Allah’ın ulaştırmasıdır.” Öyle olduğunu kabul edelim. Allah’a ulaşmak olmasın, ‘Allah’ın ulaştırmasıdır.’ olsun. O zaman, “Allah’ın nereye ulaştırmasıdır?” suali aklımıza gelecektir. Bu sualin cevabı: “Allah’ın Kendisine ulaştırmasıdır.” İşte âyet açık ve kesindir. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:

42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).

Allahû Tealâ: “Allah dilediğini Kendisine seçer ve olardan kim Allah’a yönelirse, Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah onları Kendisine ulaştırır.” diyor. Allah’a ulaşmayı dileyeni Allah, Kendisine ulaştırıyor. Allahû Tealâ; “Allah’a “yunîb” olan “enâbu” olmayı dileyen, Allah’a ulaşmayı dileyen kişiyi, O’na, Allah’a ulaştırır.” diyor.

Âyet-i kerime açık ve kesin bir şekilde “yunîb” olmanın, Allah’a yönelmenin, Allah’a ulaşmayı dilemek olduğunu ve her yunîb olanı da mutlaka Allah’ın Kendisine ulaştıracağını ifade ediyor. Öyleyse âyet-i kerimeyi “Allah’ın ulaştırması” şeklinde kabul edelim; diyelim ki: “Hidayet Allah’ın ulaştırmasıdır.” O zaman “Allah’ın nereye ulaştırmasıdır?” sualinin cevabı şudur: “Allah’ın, Kendisine ulaştırmasıdır.” Netice yine aynı oluyor. “Hidayet, Allah’a ulaşmaktır.” veya “Hidayet, Allah’ın Kendisine ulaştırmasıdır.” Arada fark var mı?

Demagoji yapmak, âyetleri Allah’ın verdiği mânâdan başka taraflara çekmeye çalışmak, boşuna bir gayrettir. Taşıma suyla değirmen dönmez. Allah’ın âyetlerini değerlendirmek mecburiyetindesiniz. Âyetler açık ve kesin olarak, Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin hidayette olmadığını söylüyor. Öyleyse hidayet Allah’a ulaşmaktır. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:

10/YÛNUS-45: Ve yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yeteârefûne beynehum, kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).
Ve o gün (Allahû Tealâ), gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar). Allah’a mülâki olmayı (Allah’a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimseler olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştıramadılar).

Allahû Tealâ; “Onlar ki, ruhun Allah’a mülâki olmayı, ruhun ölmeden evvel Allah’a ilka olmasını, ulaşmasını inkâr ederler. Onlar: Hüsrandadırlar. Onlar hidayette değildirler.” diyor.

İnsanlardan kim, insan ruhunun Allah’a mülâki olmasını inkâr ederse, onlar hidayette değillerdir.” diyor. Öyleyse hidayet, Allah’ın dizayn ettiği bir müessesedir. Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir kişi, hidayette değildir.

HİDAYETİN 7 SAFHASINDA 4 AYRI HİDAYET VARDIR

    1. safha: Allah'a ulaşmayı dilemek
    2. safha: Mürşide tabiyet
    3. safha: Ruhun Allah'a ulaşması (1. HİDAYET)
    4. safha: Fizik vücudun Allah'a teslimi (2. HİDAYET)
    5. safha: Nefsin Allah'a teslimi (3. HİDAYET)
    6. safha: Muhlis olmak
    7. safha: İradenin Allah'a teslimi (4. HİDAYET)

    Hidayette olmak Allah'a ulaşmayı dilemekle başlar ve Allahû Tealâ'nın biz insanoğluna verdiği 4 emanetin ayrı ayrı Allah'a teslim edilmesi 4 ayrı hidayettir.

    1. Hidayet: Hidayet, Allah’a ulaşmayı dilemekle başlar, mürşide ulaşmakla devam eder ve ruhu Allah’a ulaştırmakla ruhun hidayeti tamamlanır.
    2. Hidayet: Bundan sonra fizik vücudun hidayeti gelir. Nefsimizin kalbindeki karanlıklar, afetler %81 azaldığı zaman; yerlerini ruhumuzun hasletlerine paralel olan fazıllar aldığı zaman yani nefsimizin kalbi %81 nurlarla dolduğu zaman, fizik vücudumuz da Allah’a teslim olur. Bu, fizik vücudun hidayetidir.
    3. Hidayet: Daha sonra kişi daimî zikre ulaşır. Bu, nefsin hidayetidir.
    4. Hidayet: Bundan sonra kişi ihlâsa ulaşır. İhlâstan sonra kişi, iradesini de Allah’a teslim eder. Böylece son teslim de gerçekleşir, o da iradenin hidayetidir.

    Kur’ân-ı Kerim’de 7 ayrı noktada hidayet söz konusudur. Hidayet müessesesi, insanın Allah ile, ruhu Allah’a ulaştırmayı dilemek konusundaki ilk ilişkisiyle başlar; iradenin teslimiyle son hidayete ulaşılır.
Allah ile olan ilişkilerimizi, ilişkinin varlığı noktasında hidayetin de varlığını görerek perçinleyebiliriz. Hidayet, insan ruhunun Allah’a teslimidir. Fizik vücudunun, nefsinin ve iradesinin de Allah’a teslimidir. Ama başlangıç noktası, Allah’a teslim noktası değildir. Allah’a ulaşmanın dilendiği noktadır. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah o kişiyi mutlaka hidayete erdirecektir. Allahû Tealâ’nın verilmiş sözü vardır: “Kim Bana ulaşmayı dilerse, o zaman Biz onu, Kendimize ulaştırırız.” diyor. Allahû Tealâ o kişiyi Kendisine ulaştıracağını söylüyor.

Burada kişinin ruhunu Allah’a ulaştırması söz konusudur. Ne fizik vücut ne nefs ne irade Allah’a ulaşmaz. Onlar sadece teslim olurlar. Allah’ın emri ve kontrolü altına girerler.

Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişiler, hidayette değillerdir. Yunus Suresinin 45. âyet-i kerimesi, Allah’a mülâkî olmayı, ruhunu Allah’a ulaştırmayı inkâr edenlerin hidayette olmadığını söylüyor. Ama kim Allah’a ulaşmayı dilerse, dileyen kişi mutlaka hidayettedir. O hidayetin başlangıç noktasıdır.

ALLAH'A ULAŞMAYI DİLEMEYENLER DALÂLETTEDİR

Allahû Tealâ sadece Allah’a ulaşmayı dileyenlerin dalâletten kurtulacağını yani hidayet üzere olacağını, hidayette olacağını söylüyor. Hidayet ve dalâlet kavramları, birbirinin zıttı olan kavramlardır. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbihi, kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”

Allah’a ulaşmayı dilediğiniz anda, artık siz dalâlette değilsiniz, hidayettesiniz. Bu, hidayetin 1. safhasıdır. Kişi hidayette olunca küfürden kurtulur. Dalâletten, şirkten, cehennemden kurtulur. Sadece hidayette olanlar cennete ulaşabilirler. Allah’a ulaşmayı dilemeyen herkes, gördük ki dalâlettedir. Hidayette değildir. Allah’a ulaşmayı dileyenler, sadece onlar hidayettedir.

Bir insan doğuşundan itibaren dalâlettedir. 3. basamakta kim Allah’a ulaşmayı dilerse, o kişi mutlaka Allahû Tealâ tarafından seçilenlerin arasındadır. İnsanların %90’dan fazlası seçilir. Bunlardan sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler dalâletten kurtulurlar ve hidayet üzere olurlar. Bu 1. hidayettir, 3. basamakta gerçekleşir. Allah kişinin bu talebini işitir, bilir ve görür.

ALLAH'A ULAŞMAYI DİLEYENLERİN GÜNAHLARI ÖRTÜLÜR

Allahû Tealâ bu insanlara furkanlar verir. Bu kişilerin irşad makamını görmesini, işitmesini ve söylediği şeyleri idrak etmesini sağlar. Allahû Tealâ, verdiği furkanlarla da Allah’a ulaşmayı dileyen kişinin günahlarını örter. Hidayette olan kişi, günahları örtülmüş olan kişidir. Bu kişi hüsranda değildir, hüsrandan kurtulmuştur. Sadece hüsrandan kurtulanlar hidayettedir. Allah’a ulaşmayı dileyen herkes hüsrandan kurtulmuştur. Dilemeyen herkes hüsrandadır.

Kişi hidayette olduğu an, Allah o kişinin günahlarını örter. Yani o kişinin ne kadar çok günahları olursa olsun, Allah’a ulaşmayı dilediği için bütün günahları örtülür. Bu cihetle o kişi, sevapları günahlarından daha fazla olan bir insandır. Böyle olduğu an, kişi dalâletten hidayete adım atmıştır. Dalâlettekilerin mutlaka günahları sevaplarından çoktur. Oysaki Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dileyenlerin günahlarını örter.

8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhâllezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.

ALLAH'A ULAŞMAYI DİLEMEYENLERİN AMELLERİ HEBÂ OLUR

Diyelim ki bir insan öyle bir noktada ki; çok sevap kazanmış ve sevapları günahlarından fazla ama Allah’a ulaşmayı dilemiyor. Bu kişi öldüğü takdirde cennete girer mi? Giremez. Çünkü Allahû Tealâ, böyle olan insanların kazandığı derecelerin örtüldüğünü söylüyor. Kişinin amelleri sebebiyle kazandığı derecelerin heba olduğunu söylüyor. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:

18/KEHF-105: Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen).
İşte onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah’a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.

İşte inkâr edenler, hidayette olmayanlardır ve amelleri boşa gitmiştir. Ama kişi Allah’a ulaşmayı dilerse, o hidayettedir. Bu kişinin, Allah’ın yardımı ile mürşidine ulaşması söz konusudur. Allahû Tealâ o kişide bir takım pozitif olaylar vücuda getirecektir ve onu mürşidine ulaştıracaktır. Allah ulaştıracaktır.

****

Kişi Allah’ın gösterdiği mürşide ulaşıp da ona tâbî olursa ne olur? O kişi, hidayetin 2. safhasına ulaşır. Tâbiiyetle beraber kişinin kalbine “îmân” kelimesi yazılır. Devrin imamının ruhu başının üzerine gelir ve o kişinin ruhunun Allah’a doğru, Allah’a ulaşmak üzere yola çıkmasını sağlar. İşte bu nokta kişinin ruhunun vücudundan ayrılıp Allah’a doğru yola çıkması, ruhun hidayete ermek üzere Allah’a ulaşmak için yola çıkması demektir.

Hidayette olmakla, hidayete ermek aynı şey değildir. Bir insan Allah’a ulaşmayı dilediği an hidayet üzeredir yani hidayettedir. Ama hidayete ermemiştir. Bundan sonraki safha mürşide ulaşmaktır, tâbiiyettir. Gene hidayet üzeredir, hidayettedir. Ama 1. hidayet olan ruhun Allah’a teslimi seviyesine henüz ulaşmamıştır. Kişi, Allah’ın ardarda ikramlarını almıştır:
  • Allah kişinin kalbine ulaşmıştır,
  • Kişinin kalbini Allah’a çevirmiştir.
  • Kişinin göğsünü yarmıştır.
  • Göğsünden kalbine nur yolu açmıştır.
  • O kişi zikredince Allah’tan gelen rahmetle fazl, göğsünden kalbine ulaşmıştır. Ama kalbine ancak %2 rahmet girebilmiştir. Böylece kişi huşûya ulaşmıştır ve mürşidini talep etme yetkisi doğmuştur. Kişi hacet namazını kılıp da, Allah’tan mürşidini sorduğu zaman Allah ona mutlaka mürşidini gösterecektir.

    Tâbiiyetle beraber, kişinin ruhu Allah’a doğru yola çıkar. Kalbinin içine îmân yazılır. Kimin kalbinin içine îmân yazılmışsa, o kişi hidayetin 2. safhasına ermiştir.

    Hidayetin yok olduğu bir devrede yaşıyoruz. İnsanlar Kur’ân’ı unutmuşlar. Elbette Kur’ân’daki hidayeti de unutmuşlar ve kendilerini kitle halinde cehenneme mahkûm etmişler. Unutulan Kur’ân sebebiyle insanlar dalâlettedir. Gidecekleri yer cehennemdir.

    Allahû Tealâ bizi vazifelendiriyor. Bu vazifelendirmede, bütün insanlara hidayeti anlatmamız emrolunuyor yani insanların kurtuluşa ulaşacağı Kur’ân hakikatleri. İnsanlar bize diyorlar ki: “Bu sizin Kur’ân-ı Kerim anlatmanız, bize çok ters geliyor. Yani biz Kur’ân’ı bilmiyor muyuz?” Burada çok büyük bir probleminiz var. Kur’ân’ı bildiğini söyleyen bu insanların, unutulmuş olan bu kavramlardan haberdar olmadıkları her olayda kesinleşiyor. “Hidayet nedir?” diye sorduğumuza, “Doğru yoldur.” diyorlar. “Bu doğru yol nereye ulaştırır?” dediğimizde, cevap yok. “Gerçekten, hidayet gerçekten doğru yoldur.” diyoruz. Ama bu sualin cevabı: “Doğru yol, Allah’a ulaştırır.” olmalıdır. Allahû Tealâ bu doğru yolun; Allah’a ulaştıran doğru yolun hidayet değil, Sırat-ı Mustakîm olduğunu söylüyor. Size “Sıratı Mustakîm nedir?” diye sorduğumuzda ona da; “Doğru yoldur.” cevabını veriyorsunuz. “Hangisi doğru yoldur? Hidayet mi, Sıratı Mustakîm mi?” Cevap yok.

    Doğru yol da olsa, yanlış yol da olsa yol, insanı bir yere götürür. “Nereye götürür?” sualinin cevabını, bugüne kadar kimseden alamadık. Hidayet, bir yol değildir. Bir yolun üzerinden, ruhun Allah’a doğru olan yolculuğudur. O yol, Sıratı Mustakîm’dir ve Allah’a ulaştırır. Cevaplar Kur’ân-ı Kerim’de bütünüyle verilmiştir.

    Şimdi insanlar tarafından Kur’ân’ın bütünüyle unutulduğu bir devrede sadece kavramlar kalmıştır. Örneğin; hidayet kavramı, takva kavramı... Ama sadece lugat mânâlarıyla kalmıştır. Hidayet ise bütünüyle unutulmuştur.

    İnsan ruhunun Allah’a ulaşabilmesi için, insanın vücudundan ayrılması lâzımdır. Mu’min Suresinin 15. âyet-i kerimesi gereğince, 14. basamakta devrin imamının ruhu başımızın üzerine gelir. Bizim ruhumuza şöyle seslenir: “Senin Allah’a ulaşma günün geldi, vücudu terk et.”

    40/MU'MİN-15: Refîud deracâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzire yevmet telâk(telâkı).
    Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah’a ulaşmayı dilediği için Allah’ın da Kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah’a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah’ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.

    Ruhumuz vücudumuzu terk eder. Nefs tezkiyesi adı verilen bir müesseseye paralel olarak, nefsimizin kalbine Allahû Tealâ nurlarını gönderir. Nefsimizin kalbinde %7 fazl nuru yerleşince, ruhumuz zemin kattan 1. kata tırmanabilir. İkinci defa %7 nur birikiminde, ruhumuz 2. gök katına çıkabilir. 3., 4., 5., 6., 7. kata kadar böyle devam eder. Ruh, 7. katta 7 tane âlem geçer ve Allah’ın Zat’ına ulaşır.

    Ruh Allah’a ulaşır, Allah’ın Zat’ında yok olur. İşte bu, fenâfillah, Allah’ın Zat’ında yok olma olayı 22. basamakta gerçekleşir. Bunun adı “hidayete ermek”tir. Kimin ruhu Allah’a ulaşmışsa, Allah’ın Zat’ında yok olmuşsa, o kişi hidayete erer. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:

    18/KEHF-17: Ve terâş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin minhu, zâlike min âyâtillâh(âyâtillâhi), men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen murşidâ(murşiden).
    Ve güneşin doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafından geldiğini ve battığı zaman sol taraftan onların yanlarından geçtiğini görürsün. Ve onlar, onun (mağaranın) geniş sahası içinde bulunuyorlardı. İşte bu, Allah’ın âyetlerinden (mucizelerinden)dir. Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa, işte o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah’a ulaşmayı dilemezse) artık onun için velî mürşid (irşad eden evliya) bulunmaz.

    Hidayetin Allah’a ulaşmak olduğu bir defa daha vurgulanıyor. 14. basamakta mürşidine ulaşan kişiye devrin imamının ruhu, onun başının üzerine gelerek, o kişinin ruhuna emir verir: “Senin Allah’a ulaşma günün geldi.” der. Bunun üzerine ruh vücudu terk eder. Devrin imamının ruhu, gelir ve önden arkaya uzanarak kişinin başının üzerine yerleşir. Bu, o kişinin büyüden, hüddamdan, cinlerin saldırısından kesin kurtuluşudur. Başının üzerinde devrin imamının ruhu bulunan bir vücuda hiçbir cin giremez. Cinlere niçin giremedikleri sorulduğunda; “Çünkü yanarız.” diyorlar.

    Ruhunu Allah’a ulaştıran kişi hidayete ermiştir. 21. basamakta ruh Allah’a ulaşmıştır ve 22. basamakta Allah’ın Zat’ında yok olmuştur. Ruh hidayete ermiştir.

    İnne hudallâhi huvel hudâ: Muhakkak ki; Allah’a ulaşmak; işte o hidayettir.” (Bakara-120)

    İnnel hudâ hudallâhi: Muhakkak hidayet Allah'a ulaşmaktır.” (Âli İmrân-73)


    Allah hepinizden razı olsun.

    ****

    3/ÂLİ İMRÂN-73 ÂYETİNDE HİDAYET NASIL GİZLENMİŞTİR?


    Ülkemizdeki bütün Kur’ân-ı Kerim meallerini kıyasladığımızda karşılaştığımız vahim tablo giderek daha da karanlık bir hâl alıyor sevgili okurlarımız. Sizleri yıllardır uyarmamıza ve Kur’ân’daki hidayetin gizlendiğini âyet âyet gözlerinizin önüne sermemize rağmen, hayatınızda Kur’ân-ı Kerim’in olmayışı ve ülkemizdeki dîn adamlarının ısrar ile Kur'ân'a aykırı HURAFELERİ sanki İslâm dîni gibi anlatmaya devam etmesi bizi derinden üzmektedir.

    GİRİŞ

    Defaatle ortaya koyduk ki Peygamber Efendimiz (S.A.V)’den yaklaşık 2 asır sonra başlayan yozlaşma sonucu İslâm dîni asıl hedeflerinden koparılmış, bütün İslâm toplumlarında vasıtaların hedef emirlerin yerini aldığı, insanı kurtuluşa ulaştıracak olan tek yolun; hidayetin gizlendiği, tek hidayet yolunun, Sıratı Mustakîm’in de korkunç bir safsataya (Sırat köprüsü safsatası) dönüştürülerek yok edildiği bir hurafe din tatbikatı hâkim olmuştur.

    Dînin temeli olan HİDAYET bugünkü öğretide DOĞRU YOL adı verilen başı ve sonu olmayan bir yol tanımı içinde yok edilmiştir. Oysaki hidayetin Kur’ân-ı Kerim’de şek ve şüpheye mahâl bırakmayacak olan tek bir tarifi vardır:

    HİDAYET ALLAH'A ULAŞMAKTIR

    Allahû Tealâ Bakara-120’de, “ALLAH’A ULAŞMAK VAR YA, İŞTE O HİDAYETTİR” ifadesini kullanırken, Âli İmrân -73’de ise; “HİDAYET= ALLAH’A ULAŞMAKTIR” diyerek Bakara Suresinin 120.âyet-i kerimesini pekiştirmiş, bir anlamda hidayet tanımının sağlamasını bizlere vermiştir.

    Fakat gelin görün ki bugünkü dîn tatbikatında hidayet, Kur’ân-ı Kerim’deki bu muhtevasından tamamen saptırılmıştır. Size tavsiyemiz; hidayeti gizleyen dîn adamlarının meâllerini ivedilikle yeniden gözden geçirmeniz ve bir an evvel bu korkunç katliamın farkına varmanızdır.

    Acaba tek başına kullanıldığında "ulaşmak" anlamına gelen bir kelime "Allah" kelimesi ile beraber kullanıldığında ne anlama gelir dersiniz?"

    A. HİDAYETİ GİZLEYENLER KİMLERDİR?

    Ülkemizdeki bütün Kur’ân- Kerim meallerindeki hidayet âyetlerini incelediğimizde, iki gurup dîn adamıyla karşılaştık ve gördük ki Allahû Tealâ’nın hidayeti bu iki gurup dîn adamı tarafından iki farklı yolla gizlenmiştir.
      1. gurup dîn adamları: Hidayeti “Doğru Yol”, Dosdoğru yol” kalıbının içine sokarak tamamen gizleyenler, örtenler, yok edenlerdir.
      2. gurup dîn adamları; Hidayet, Allah’ın hidayetidir diyerek kelime oyunu yapmış olanlardır.

    1. Hidayeti “Doğru Yol”, “Klavuzluk” kalıbının içine sokanlar:

    Kur’ân-ı Kerim der ki:

    innel hudâ hudallâhi
  • İnne: Muhakkak ki
  • El hudâ: Hidayet
  • Hudâ allâhi: Allah’a ulaşmaktır

    Uyanın Dîn Adamlarımız! Uyanın ve kendinize gelin!
    Acaba neden bugüne dek İmam İskender Ali Mihr dışında başka hiç kimse ortaya çıkıp da “Kur’ân’daki Hidayet Allah’a ulaşmak'tır” diyememiştir.

    ****

    EY “HİDAYET DOĞRU YOLDUR” DİYEN GAFİLLER!
    MEÂLİNİZDE “ALLAH'A ULAŞMAK” NEREDE?

    Birinci gurup dîn adamları derler ki: Huda kelimesine doğru, dosdoğru deyiverelim biz. Âyetin lâfzından “Allah” kelimesini de çıkarıverelim, kime ne zarar? Gizleyelim gitsin Allah’ın hidayetini... Kimse görmesin, işitmesin, idrak etmesin... Aman kimse asılları görüp, Kur’ân hakikatini görüp de kurtuluşa ermesin, hidayeti dilemesin... Vasıtalarla oyalanıp dursun insanlar, şeytanın avucunda oyuncak olsun herkes bizim gibi...

    SİZ KİMİ KANDIRIYORSUNUZ?

    HİDAYETİ GİZLEYEREK TÜM HALKIMIZI CEHENNEME SÜRÜKLEDİĞİNİZİ ANLAYIP TOPLUMA GERÇEKLERİ AÇIKLAMANIZA KADAR DAHA KAÇ İNSANIN ÖLMESİNİ BEKLEYECEKSİNİZ?
    Allah'a ulaşmayı dilemeyenlerin amelleri heba olacağı için cehenneme gideceğini hâlâ öğrenemediniz mi?

    18/KEHF-105: Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen).
    İşte onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah’a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.

    Allah'ın sadece Allah'a ulaşmayı dileyenlere dünya ve ahiret saadeti vaadettiğini ve Allah'a yaşarken ruhunu ulaştırmayı dileyenlerin ruhlarını Kendisine ulaştıracağını ve bunun HİDAYET olduğunu saklamaya ne kadar daha devam edeceksiniz?

    29/ANKEBÛT-5: Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve huves semîul alîm(alîmu).
    Kim Allah’a mülâki olmayı (hayattayken Allah’a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah’ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah’a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.

    39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
    Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!

    Allah’a karşı kurduğunuz tuzak, Allah’ın size kurduğu tuzaktan evlâ mı sanırsınız?

    3/ÂLİ İMRÂN-54: Ve mekerû ve mekarallâh(mekarallâhu), vallâhu hayrul mâkirîn(mâkirîne).
    Ve onlar hile yaptılar, Allah da (onlara) hile yaptı. Ve Allah, (hileye karşı) hile yapanların en hayırlısıdır.

    Kudret siz de mi sanırsınız be hey gaflet ehli! ALLAH’I MI KANDIRIYORSUNUZ SİZ?

    FATİHA 6’DA HEPİNİZİN “ULAŞMAK” OLARAK TERCÜME ETTİĞİNİZ “İHDİ” KELİMESİ, NASIL OLUYOR DA, BİR HİDAYET AYETİNDE; ÂLİ İMRÂN-73’DE YİNE SİZLER TARAFINDAN “DOĞRU YOL” KALIBINA SOKULUYOR?

    Madem ihdi kelimesi, ulaştır anlamına geliyor, madem mütercimlerimiz Fatiha-6’da bu kelimeyi “ulaştır” şeklinde tercüme etmişlerse, Âli İmrân-73'teki "hûdallah" kelimesini "Allah'a ulaşmak" olarak tercüme etmiş olmaları gerekmez miydi?

    HATIRLATMA! 14. raporumuz olan Fatiha-6 raporunda hatırlayacağınız üzere bir not düşmüştük:

    Bu âyette (1/FATİHÂ-6) "h-d-y: hidayet" kökünden türeyen "idhi" kelimesi "hidayete ermek" fiilinin emir kipidir, "ulaştır" anlamına gelir. Dikkat ederseniz, bu âyette hidayeti gizlemiş olan dîn adamlarımızın dahi neredeyse tümünün ihdi kelimesini, "ulaştır, ilet, eriştir, hidayet et/eyle" gibi doğru olarak tercüme ettiklerini görebilirsiniz.

    ACABA TEK BAŞINA KULLANILDIĞINDA "ULAŞMAK" ANLAMINA GELEN BİR KELİME "ALLAH" KELİMESİ İLE BERABER KULLANILDIĞINDA ANLAMI NE OLUR DERSİNİZ?"

    Normal şartlarda "hûdallah" kelimesinin tercümesi "Allah'a ulaşmak" olmalıdır, değil mi? Bu raporumuzdaki hidayeti gizleyen dîn adamlarının meâllerini bir daha gözden geçiriniz... Neredeyse tüm mütercimlerimizin "ihdi" kelimesini "ulaştır, eriştir, ilet" gibi ifadeleri kullanarak doğru olarak tercüme ettiğine göre, bir sonraki raporumuz olacak olan Âli İmrân-73'te hepsinin "hûdallah" kelimesini "Allah'a ulaşmak" olarak tercüme etmiş olduklarını sonucuna ulaşacağımızı düşünebiliriz, değil mi? Acaba gerçekten öyle olacak mıdır?


    İşte korkunç planınızı yerle bir edecek olan hakikati gözlerinizin önüne seriyoruz...

    H-D-Y kökünden türeyen İHDİ kelimesinin “ulaştır, ilet, eriştir, hidayet et” anlamını taşıdığını hepiniz biliyorsunuz öyle değil mi? Elbette biliyorsunuz. Meallerinizde bir âyette bu anlamı verdiğiniz sözcüğü, işe bakın ki bir hidayet âyetinde yok edip, alâkası olmayan bir lisan ile tercüme eden, ve aynı kelimenin isim kipine doğru yol deyiveren sizler değil misiniz?

    Böyle bir tercüme hangi mantık dâhilinde, hangi dil kuralına uygun olarak yapılmıştır? Yoksa sizler, kendi hevanıza göre bir dil, bir lisan mı geliştirdiniz?

    Unutmayınız ki Kur’ân-ı Kerim Rabb’cadır... Sizin hevanızın ortaya koyduğu bir lisan, bir yorumla, sahip olduğunuz emaniyye bilgiler dâhilinde açıklanacak bir kitap değildir. Kaldı ki yaptığınız sahtekârlık son derece aşikâr! Sahtekârlıgınızı görmek için rasihun olmamız gerekmiyor. Bir âyete verdiğiniz anlamı, diğer âyetle çelişkiye düşüren sizler! Allah’a karşı oynadığınız oyunda, Allah’ın oyununa geldiğinizin farkında bile değilsiniz.

    Bize söyler misiniz “İHDİ” kelimesini nasıl oldu da “doğru yol” olarak tercüme ettiniz… Size Allah’ın âyetini kendi çıkarlarınıza göre yorumlama yetkisini kim verdi?

    3/ÂLİ İMRÂN-7: Huvellezî enzele aleykel kitâbe minhu âyâtun muhkemâtun hunne ummul kitâbi ve uharu muteşâbihât(muteşâbihâtun), fe emmâllezîne fî kulûbihim zeygun fe yettebiûne mâ teşâbehe minhubtigâel fitneti vebtigâe te’vîlihi, ve mâ ya’lemu te’vîlehû illâllâh(illâllâhu), ver râsihûne fîl ilmi yekûlûne âmennâ bihî, kullun min indi rabbinâ, ve mâ yezzekkeru illâ ulûl elbâb(elbâbi).
    Kitab'ı sana indiren O'dur. Onun bir kısmı muhkem (hüküm ihtiva eden, mânâsı açık olan) âyetlerdir, onlar Kitab'ın esasıdır ve diğerleri, muteşâbihtir (yoruma açık âyetlerdir). Fakat kalplerinde eğrilik (bâtıla meyil) bulunanlar, bu sebeble muteşâbih olanlara (yorum gerektirenlere) tâbî olurlar. Ondan fitne çıkarmak için, onun te'vilini (yorumunu) yapmak isterler. Ve onun te'vilini Allah'dan başka kimse bilmez ve ilimde rusuh sahipleri ise: “Biz O'na îmân ettik, hepsi Rabbimizin katındandır” derler, onlar da tezekkür edemezler, sadece Ulûl'elbab (daimi zikrin ve sırların sahipleri) (tezekkür edebilir).

    Sizler ulûl’elbab olmadığınıza göre, acaba Bakara-16’da sözü edilen tacirler misiniz?

    2/BAKARA-16: Ulâikellezîneşterevûd dalâlete bil hudâ, fe mâ rabihat ticâretuhum ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).
    İşte onlar, o kimselerdir ki, hidayet ile dalâleti satın aldılar. Fakat onların ticareti, onlara hiç kâr sağlamadı ve hidayete ermiş değillerdi.

    Hidayet ile dalâleti satın alanlar... Ne diyorsunuz acaba siz mi doğru söylüyorsunuz allah’ın yegane furkanı KUR’ÂN-I KERİM Mİ?

    Bütün insanlığı Kur’ân’a değil de kendinize davet ettiğinizin farkındasınız ÖYLE değil mi? Öğrettiğiniz ilim Kur’ân ilmi değildir, sizin kendi çıkarlarınızı gözeterek ortaya koyduğunuz bir uydurma ilimdir.

    ALLAH'IN SİZLERE YAZIKLAR OLSUN DEDİĞİNDEN HABERDAR MISINIZ!

    Kur'ân'daki İslâm'ı yaşamadığınızın ve idrak edemediğinizin delili olan ellerinizle yazdığınız Kur'ân Meâllerini pazarlamak için bir de "Bu Allah'ın indindendir." diyebiliyorsunuz, değil mi?

    2/BAKARA-79: Fe veylun lillezîne yektubûnel kitâbe bi eydîhim summe yekûlûne hâzâ min indillâhi li yeşterû bihî semenen kalîlâ(kalîlen), fe veylun lehum mimmâ ketebet eydîhim ve veylun lehum mimmâ yeksibûn(yeksibûne).
    Artık elleriyle (emaniye bilgiler içeren) kitabı yazanların vay haline! Sonra da onu (bu yazdıklarını) az bir bedel karşılığında satmak için: “Bu Allah’ın indindendir.” derler. İşte onlara yazıklar olsun , elleriyle yazdıkları şeylerden dolayı ve yazıklar olsun onlara, kazandıkları şeyler sebebiyle.

    Ne sizi ne de dîn öğrettiğiniz milyonlarca insanı kurtuluşa ulaştırması mümkün olmayan bir dîn tatbikatının, daha doğru bir ifadeyle bir korkunç ALDANIŞIN içinde olduğunuzu size söylemek mecburiyetindeyiz.

    “HUDAALLAH ” KELİMESİ GERCEKTEN DE DOGRU YOL DEMEK MİDİR?

    Allahû Tealâ buyuruyor ki:

    3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
    Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).

    inne el hudâ : muhakkak ki hidayet (Allah'a ulaşmak) hudâ allâhi : Allah'ın hidayetidir (Allah'ın Kendisine ulaştırmasıdır)

    Hay Allah! İşe bakın ki Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’inde “Hidayet, Allah’a ulaşmaktır” diyor, ama siz “doğru yol” diyorsunuz…

    O halde size soruyoruz!!!

    Huda, ihdi kelimesinin isim kipi değil midir? Siz değil misiniz Fatiha-6’da ihdi-nâ kelimesini, ulaştır olarak tercüme eden? Şimdi bize bir açıklama borçlu değil misiniz? Aynı kelimenin isim kipini bir Âli İmrân-73’de hangi izanla yok edersiniz?

    ihdi-nâ: bizi hidayet et, ulaştır
    es sırâte el mustakîme: Sıratı Mustakîm, Allah'a ulaştıran yol

    Bize bu yaptığınız katliamı açıklamak zorunda değil misiniz siz? Çok merak ediyoruz ki, “Huda” ve “Doğru yol” ilişkilendirmesini hangi lisana dayalı olarak yaptınız? Yoksa Allah’ın bilmediği bir şeyi bilenler misiniz siz? Kime hizmet ediyorsunuz söyler misiniz?

    Fatiha-6’daki Sıratı Mustakîm’e de doğru yol demek cüretinde bulunan sizler! Sözünü ettiğiniz yolun istikameti nereyedir? Acaba neden hidayete yönelik kavramların hepsinde bu ince (!) ve titiz (!) çalışmayı yaptınız siz?

    İşe bakın ki siz Sıratı Mustakîm’e de doğru yol yakıştırması yaparken, Allahû Tealâ Sıratı Mustakîm’i istikamet üzere olan bir yol olarak ifade ediyor. Hem de istikametin Kendisine olduğunu ve kişiyi ancak Sıratı Mustakîm üzerinden Kendisine ulaştırdığını kesin ve net olarak açıklıyor…

    15/HİCR-41: Kâle hâzâ sırâtun aleyye mustekîm(mustekîmun).
    Allahû Tealâ şöyle buyurdu: “İşte bu, Bana yönlendirilmiş (Bana ulaştıran) yoldur.”

    4/NİSÂ-175: Fe emmâllezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen).
    Böylece Allah'a âmenû olanları (ölmeden önce ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenleri) ve O'na (Allah'a) sarılanları ise, (Allah) Kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Kendisine ulaştıran "Sıratı Mustakîm"e hidayet edecektir (ulaştıracaktır).

    6/EN'ÂM-153: Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûhu, ve lâ tettebiûs subule fe teferraka bikum an sebîlihi, zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne).
    Ve muhakkak ki; bu, Benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve (başka) yollara tâbî olmayın ki; o taktirde sizi, onun yolundan ayırır. İşte böyle size onunla vasiyet etti(emretti). Umulur ki böylece siz takva sahibi olursunuz.

    6/EN'ÂM-87: Ve min âbâihim ve zurriyyâtihim ve ihvânihim, vectebeynâhum ve hedeynâhum ilâ sırâtın mustekîm(mustekîmin).
    Ve onların babalarından, zürriyetlerinden (nesillerinden) ve kardeşlerinden onları seçtik. Ve onları Sıratı Mustakîm'e (Allah'a ruhu ulaştıran yola) hidayet ettik (ulaştırdık).

    6/EN'ÂM-88: Zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu min ibâdihî, ve lev eşrakû le habita anhum mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
    İşte bu Allah’ın hidayetidir. Kullarından dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve eğer şirk koşsalardı, elbette yapmış oldukları şeyler heba olurdu (boşa giderdi).

    Ne diyor Allahû Tealâ? “Sıratı Mustakîm, Bana istikametlenmiş yoldur. Sakın başka yollara tâbî olmayın ki sizi ancak Sıratı Mustakîm üzere olanlar hidayete erenlerdir.” diyor.

    Peki ya siz ne diyorsunuz? HAYIR Efendim, öyle değil... Allah’a ulaşmak falan yoktur... Allah’a ulaştıran bir yol da yoktur. Olsa olsa bir doğru yol, hatta dosdoğru yol vardır, diyorsunuz.

    Hiç mi Allah’tan utanmıyor, hiç mi gideceğiniz cehennem çukurunu düşünmüyor musunuz? Kendinizle birlikte ebedî karanlığa mahkûm ettiğiniz insanların vebalini omuzlarınıza aldığınızı görmeyecek misiniz hâlâ?

    Allah’ın huzurunda hepinizi tövbeye davet ediyoruz… Gelin Allah’ın davetine icabet edin ve şeytanın kulu olmaktan kurtulup Allah’a kulluk edin. Gelin tövbe edin ve gizlediğiniz hidayeti, Kur’ân’daki muhtevasıyla öğrenin, öğretin…

    ****

    2. Hidayet, Allah’ın hidayetidir diyenler:

    En az birinci gurup kadar tehlikeli olduğunu düşündüğümüz bu dîn adamlarımız da meallerinde özel bir teknik kullanmışlar, kelime oyunu yaparak hidayeti gizlemeye çalışmışlardır.

    HİDAYET, Allah’ın hidayetidir diyenlere biz şimdi Allah’ın hidayeti nedir diye sormak istiyoruz...
  • Nedir Allah’ın hidayeti ey bu dînin temsilcileri? Siz değil misiniz Allah’ın hidayetini öğretmekle vazifeli olanlar…
  • Kur’ân-ı Kerim kursaklarınızdan geçmediği halde, içinizden hiç biriniz daimî zikre ulaşıp ulûl’elbab olmadığı halde, âyet tevili yapacak yetkiyi kimden aldınız? Bu kurnaz yöntemle kendinize edindiğiniz maskeniz düşmez mi sandınız?
  • Nedir Allah’ın hidayeti? Nereye götürür, nerede başlar, nerede biter bu hidayet? İslâm’ın 5 şartına endekslenmiş bir dîn tatbikatı mıdır sözünü ettiğiniz?
  • Hani Allah’ın daveti nerede? Nereye davet ediyor bütün insanlığı Rabbimiz…

    Siz o davete icabet ettiniz mi? Kur’ân-ı Kerim’e göre Allah’ın daveti sadece Zat’ına ise ve ancak Allah’ın Zat’ına erdirdikleri hidayete erenlerse, ve Allah’ın Zat’ına erdirdikleri sadece Allah’a ulaşmayı dileyenlerse… O halde siz hangi kitapla amel ediyor, hangi hidayetten bahsediyorsunuz?

    1. Allah’ın daveti sadece Zat’ınadır.

    13/RA'D-14: Lehu da’vetul hakk(hakkı), vellezîne yed’ûne min dûnihî lâ yestecîbûne lehum bi şey’in illâ kebâsitı keffeyhi ilâl mâi li yebluga fâhu ve mâ huve bi bâligıhî, ve mâ duâul kâfirîne illâ fî dalâl(dalâlin).
    Hakkın daveti O’nadır (Kendisinedir, Allah’adır). O'ndan başkasına davet ettikleri (şeyler), onlara bir şeyle icabet etmezler. Onlar ancak suya, onun ağzına, suyun ulaşması için avucunu açmış kimse gibidir. O (su), ona ulaşacak değildir. Ve kâfirlerin daveti, dalâletten (su nasıl onların ağızlarına ulaşamıyorsa, dalâlette olanlar da hidayete ulaşamaz) başka bir şey değildir.

    2. Ancak Allah’ın Zat’ına erdirdikleri hidayete erenlerdir.

    18/KEHF-17: Ve terâş şemse izâ taleat tezâveru an kehfihim zâtel yemîni ve izâ garabet takrıduhum zâteş şimâli ve hum fî fecvetin minhu, zâlike min âyâtillâh(âyâtillâhi), men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehu veliyyen murşidâ(murşiden).
    Ve güneşin doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafından geldiğini ve battığı zaman sol taraftan onların yanlarından geçtiğini görürsün. Ve onlar, onun (mağaranın) geniş sahası içinde bulunuyorlardı. İşte bu, Allah’ın âyetlerinden (mucizelerinden)dir. Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa, işte o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah’a ulaşmayı dilemezse) artık onun için velî mürşid (irşad eden evliya) bulunmaz.

    3. Allah’ın Zat’ına erdirdikleri, Allah’ın davetine icabet edenler, Allah’a ulaşmayı dileyenlerdir.

    2/BAKARA-186: Ve izâ seeleke ıbâdî annî fe innî karîb(karîbun) ucîbu da’veted dâi izâ deâni, fel yestecîbû lî vel yu’minû bî leallehum yerşudûn(yerşudûne).
    Ve kullarım sana, Benden sorduğu zaman, muhakkak ki Ben, (onlara) yakınım. Bana dua edilince, dua edenin duasına (davetine) icabet ederim. O halde onlar da Bana (Benim davetime) icabet etsinler ve Bana âmenû olsunlar (Bana ulaşmayı dilesinler). Umulur ki böylece onlar irşada ulaşırlar (irşad olurlar).

    42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
    (Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).

    13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbihi, kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
    Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”

    29/ANKEBÛT-5: Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve huves semîul alîm(alîmu).
    Kim Allah’a mülâki olmayı (hayattayken Allah’a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah’ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah’a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.

    4. Kişi Allah’a ulaşmayı dilediği takdirde Sıratı Mustakîm üzere olur. Sıratı Mustakîm Allah’a istikametlenmiş hidayet yoldur.

    15/HİCR-41: Kâle hâzâ sırâtun aleyye mustekîm(mustekîmun).
    Allahû Tealâ şöyle buyurdu: “İşte bu, Bana yönlendirilmiş (Bana ulaştıran) yoldur.”

    4/NİSÂ-175: Fe emmâllezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen).
    Böylece Allah'a âmenû olanları (ölmeden önce ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenleri) ve O'na (Allah'a) sarılanları ise, (Allah) Kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Kendisine ulaştıran "Sıratı Mustakîm"e hidayet edecektir (ulaştıracaktır).

    6/EN'ÂM-153: Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûhu, ve lâ tettebiûs subule fe teferraka bikum an sebîlihi, zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne).
    Ve muhakkak ki; bu, Benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve (başka) yollara tâbî olmayın ki; o taktirde sizi, onun yolundan ayırır. İşte böyle size onunla vasiyet etti(emretti). Umulur ki böylece siz takva sahibi olursunuz.

    ÖYLEYSE NEDEN KORKUYORSUNUZ?

    Öyleyse sizin Allah’ın hidayeti dediğiniz hidayetin muhtevası ne? Neden gerçekleri ortaya koymaktan korkuyorsunuz? Kelime oyunu yaparak hidayeti gizlediğinizi görmediğimizi mi zannediyorsunuz?

    Unutmayınız ki sadece kendi kendinizi kandırıyorsunuz? Siz isteseniz de istemeseniz de Allah nurunu tamamlayacaktır.

    O halde sizi bir kere daha uyarıyoruz... Siz hepiniz, hidayeti öyle ya da böyle örtmekle Allah’a karşı savaş açmış durumdasınız... Bir an evvel tövbe ediniz, tövbe edip şeytana köle olmaktan kendinizi de izinizden gidenleri de kurtarınız...

    ****

    B. ALLAH'IN RAHMETİNDEN ÜMİDİNİZİ KESMEYİN SEVGİLİ DÎN ADAMLARI!
    Sevgili Din adamlarımız, Diyanet görevlileri, Müftüler, İlahiyatçılar, İmam kardeşlerimiz, Ve Hidayeti bilmeden gizleyenler, bilerek gizleyenler...

    Allah’tan ümidinizi kesmeyin, Allahû Tealâ şirkin dışındaki büyük günahları dahi bağışlar.

    4/NİSÂ-116: İnnallâhe lâ yagfiru en yuşrake bihî ve yagfiru mâ dûne zâlike li men yeşâu. Ve men yuşrik billâhi fe kad dalle dalâlen baîdâ(baîdan).
    Muhakkak ki Allah, kendisine şirk koşulmasını affetmez. Bunun dışındaki şeyleri ise, dilediği kimse için mağfiret eder. Ve kim Allah'a şirk koşarsa, o taktirde o, uzak bir dalâletle sapmıştır.

    Yıllardır bilmeksizin hidayeti gizlemiş olabilirsiniz. Olsun... Allahû Tealâ tövbelerinizde kalplerinizdeki pişmanlığa bakar. Şeytana daha fazla hizmet etmek zorunda değilsiniz, dilediğiniz zaman geçmişte hidayeti gizlediğiniz için pişmanlık ile tövbe ederek Allah’a ulaşmayı dileyebilirsiniz. Unutmayın ki; şeytanın iradeleriniz üzerinde bir nüfuzu yoktur (Hidayeti bilerek gizleyen şeytanın hizmetkarları müstesna). Bakın kalplerinize, gerçekten şeytanla yapılmış bir anlaşmanız var mı? Ona itaat etmek zorunda mısınız?

    Şeytanın iradeniz üzerinde bir nüfuzu yoktur!

    Sizler de Allah’a yaşarken ruhunuzu ulaştırmayı dileyerek Allah dostları arasına katılabilir, Allah’ın ermiş bir evliyası olabilirsiniz... Bizler de sizler gibiydik... Biz de okullarımızda ALDATICILAR tarafından hazırlanan el yazmalarından dînimizi öğrendiğimizi zannediyorduk. Oysa ki Kur’ân’daki İslâm ile fakültelerimizde anlatılan dîn aynı dîn değildir...

    Allah’ın indindeki TEK DÎN İSLÂM’dır. İslâm’ın kitabı Kur’ân’dır...

    Allahû Tealâ Kur’ân ile uyarıyor;
    Hidayeti Gizlemeyin! Sonra Allah’ın lanetini hak edenlerden olursunuz!


    2/BAKARA-159: İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ min el beyyinâti vel hudâ min ba’di mâ beyyennâhu lin nâsi fîl kitâbi, ulâike yel’anuhumullâhu ve yel’anuhumul lâinûn(lâinûne).
    Muhakkak ki, beyyinelerden indirdiğimiz şeyleri ve hidayeti (ölmeden evvel ruhun Allah'a ulaştırılmasını) Kitap'ta insanlara açıklamamızdan sonra gizleyenlere, işte onlara, Allah lânet eder ve lânet ediciler de onlara lânet eder.

    O halde hepiniz ALLAH’IN HİDAYETİNİ öğrenmeli, yaşamınıza geçirmeli ve öğretmelisiniz...

  • Eğer Allah’a ulaşmayı dilemezseniz amellerinizin hebâ olacağından ve ebediyyen cehennemde azap çekeceğinizden haberdar mısınız?

    18/KEHF-105: Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen).
    İşte onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah’a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.

  • Ya Allah’a yaşarken ruhunuzu ulaştırmayı dilerseniz dünya ve cennet saadetine ulaşabileceğinizi biliyor musunuz?

    39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
    Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!

    30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
    O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.

    8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhâllezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
    Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.

  • Peki ya kalbî bir taleple Allah’tan yaşarken ruhunuzu O’na ulaştırmasını dilerseniz Allah’ın muhakkak ruhunuzu Kendisine ulaştıracağını biliyor musunuz?

    42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
    (Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).

    29/ANKEBÛT-5: Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve huves semîul alîm(alîmu).
    Kim Allah’a mülâki olmayı (hayattayken Allah’a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah’ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah’a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.

    Allah’a ulaşmayı dileyin sevgili kardeşlerim, Allah’a ulaşmayı dileyin... Allah eceli gelmezden evvel günahlarından ötürü pişmanlık duyanlar için affedicidir! Bu günah hidayeti gizlemek olsa dahi... Yeter ki Hidayeti öğrenin ve pişmanlıkla hatalarınızın telafisi için bir gayret sarfetmeye başlayın...

    Allah’a ulaşmayı dileyin sevgili kardeşlerim... Allah’tan sizin de ruhunuzu hayatta iken Kendisine ulaştırmasını dileyin ve Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin!

     

    ****



  • ****

    DOĞRU TERCÜME EDİLMİŞ MEÂLLER
    Öncelikle Kur'ân-ı Kerim'in hem kelime hem ruhî lâfzının tam manâsının tercümeler ile verilemiyeceğini belirtmemiz gerekir. Bu yüzden bu başlığa âyetin aslî anlamının korunduğu tüm meâlleri dahil ederek, basit kelime ve cümle kurgusu hatalarını göz önüne almadık inşallah.


    İmam İskender Ali Mihr: Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah'a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi'dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).


    3/ÂLİ İMRÂN-73 İÇİN HİDAYETİN GİZLENMESİ RAPORU SONUÇLARI


    Bu âyette hidayetin gizlendiği meâller: Abdulbaki Gölpınarlı, Adem Uğur, Ahmet Tekin, Ali Bulaç, Ali Fikri Yavuz, Bekir Sadak, Celal Yıldırım, Diyanet İşleri (eski), Diyanet Vakfi, Elmalılı (sadeleştirilmiş), Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2), Fizilal-il Kuran, Gültekin Onan, Hasan Basri Çantay, İbni Kesir, Muhammed Esed, Şaban Piriş, Suat Yıldırım, Tefhim-ul Kuran, Ümit Şimşek, Yaşar Nuri Öztürk, Abdullah Aydın, Ahmet Davudoğlu, Arif Pamuk, Bahaeddin Sağlam, Diyanet Vakfı (1993), Hasan Tahsin Feyizli, Hüseyin Atay, Yaşar Kutluay, İsmail Mutlu, Şaban Döğen, Mustafa İslamoğlu, Nedim Yılmaz, Ömer Rıza Doğrul, Talat Koçyiğit, Prof. Dr. Muhammed Hamidullah, Şevket Gürel, İsmail Hakki İzmirli, Hamdi Aktaş, Şamil Döğen, Heyet (Prof. Dr. Ali Özek, Prof. Dr. Hayreddin Karaman, Doç. Dr. Ali Turgut, Doç. Dr. Mustafa Çağrıcı, Doç. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Doç. Dr. Sadreddin Gümüş) , İbrahim Balcı, İmam Taberi (Tercüme: Mehmet Keskin), Türkiye Diyanet Vakfı (2009) (TOPLAM: 42 kişi)

    Bu âyette temel kavramların gizlendiği meâller: - (TOPLAM: 0 kişi)

    Bu âyette hatalı/eksik meâller: Ahmed Hulusi, Ahmet Varol, Diyanet İşleri, Edip Yüksel, Elmalılı Hamdi Yazır, Hayrat Neşriyat, Ömer Nasuhi Bilmen, Ömer Öngüt, Süleyman Ateş, Ali Arslan, Ayntabî Mehmet Efendi, Hüseyin Kaleli, Ziya Kazıcı, Necip Taylan, Bir Heyet, Yard. Doc. Dr Nusrettin Boleli, Yard. Doc. Dr Niyazi Belki , Hace Ahmet Didin, İsmail Kurt, Yard. Doç. Dr. Sıtkı Gülle (TOPLAM: 18 kişi)

    Bu âyet için doğru meâller: İmam İskender Ali Mihr (TOPLAM: 1 kişi)

    ****

    UYARI: Herhangi bir âyete ait raporu değerlendirerek, bir mütercimin bütün âyetleri doğru ya da hatalı tercüme ettiğini düşünmek yanlış bir yargıdır. Çünkü bir âyette doğru tercüme yapmış bir mütercimimiz, diğer âyetlerde çok önemli hatalar yapabildiği gibi, incelediğiniz bir âyette "hatalı meâller" grubunda yer alan bir meâl diğer âyetlerde çok daha yalın ve anlaşılır ifadeler kullanmış olabilir. En az 10 adet âyetin hidayeti gizleyenler raporunu değerlendirdikten sonra mütercimlerimiz hakkında fikir sahibi olmaya başlayabilirsiniz.
    HİDAYETİ GİZLEMEYİN! GİZLETMEYİN!