HİDAYETİ GİZLEYENLER RAPORLARI

1. RAPOR: 15/HİCR-41
2. RAPOR: 48/FETİH-20
3. RAPOR: 32/SECDE-9
4. RAPOR: 42/ŞÛRÂ-13
5. RAPOR: 10/YÛNUS-7
6. RAPOR: 13/RA'D-21
7. RAPOR: 2/BAKARA-112

8. RAPOR: 89/FECR-27
9. RAPOR: 13/RA'D-14
10. RAPOR: 33/AHZÂB-72
11. RAPOR: 23/MU'MİNÛN-103
12. RAPOR: 39/ZUMER-71
13. RAPOR: 2/BAKARA-120
14. RAPOR: 1/FÂTİHA-6

15. RAPOR: 3/ÂLİ İMRÂN-73
16. RAPOR: 30/RÛM-8
17. RAPOR: 25/FURKÂN-30
18. RAPOR: 40/MU'MİN-15
19. RAPOR: 6/EN'ÂM-87
20. RAPOR: 13/RA'D-28
2/BAKARA-159: Muhakkak ki, beyyinelerden indirdiğimiz şeyleri ve hidayeti (ölmeden evvel ruhun Allah'a ulaştırılmasını) Kitap'ta insanlara açıklamamızdan sonra gizleyenlere, işte onlara, Allah lânet eder ve lânet ediciler de onlara lânet eder.

1/FÂTİHA-6 ÂYETİ İÇİN HİDAYETİN GİZLENMESİ RAPORU

1/FÂTİHA-6: İhdinas sırâtel mustakîm(mustakîme).



****

HİDAYETİN GİZLENDİĞİ MEÂLLER
Yukarıdaki başlık Bakara Suresinin 159. âyetinde "hidayeti gizleyenler" ifadesinden esinlenerek verilmiştir. Hidayetin, insan ruhunun yaşarken Allah'a ulaştırılması olduğu (1. teslim) ve diğer teslimlerin (toplam 4 teslim) gizlenmesi, İblisin bugün ülkemizi de içine alan İslâm Coğrafyasındaki en büyük tuzağıdır. Hidayetin gizlenmesi; tüm insanlığı ebedî cehennem hayatına sürüklediği için Allah'a îmân eden herkesin, yegâne kurtuluş kapısı olan hidayeti muhakkak öğrenmeleri ve dilemeleri gerekmektedir. Bu yazı dizimizde bu paragrafta gördüğünüz tüm ifadeler birer birer âyetlerle ispat edilecektir.


Abdulbaki Gölpınarlı: Bize doğru yolu göster,
Adem Uğur: Bize doğru yolu göster.
Ahmet Tekin: Dine, kitaba ve şeriata kavuşturduğun, nimetlerine ve lütuflarına mazhar ettiğin kullarının, peygamberlerin, samimiyetlerini isbat edenlerin, İslâm önderlerinin, sâlih kimselerin, şehitlerin yolunda başarılı eyle.
Ahmet Varol: Bizi doğru olan yola ilet.
Ali Bulaç: Bizi doğru yola ilet;
Ali Fikri Yavuz: Bizi, (Îtikat, söz, iş ve ahlâkımızda) doğru yola ilet. (Bizi, İslâm dini ve Peygamber yolu olan hak yolda sâbit eyle...)
Bekir Sadak: Bizi dogru yola eristir.
Celal Yıldırım: Bizi doğru yola ilet.
Diyanet İşleri: (6-7) Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil.
Diyanet İşleri (eski): Bizi doğru yola eriştir.
Diyanet Vakfi: Bize doğru yolu göster.
Edip Yüksel: Bizi doğru yola ilet.
Elmalılı Hamdi Yazır: Hidayet eyle bizi doğru yola
Elmalılı (sadeleştirilmiş): Hidayet eyle bizi doğru yola!
Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2): Hidayet eyle bizi doğru yola,
Fizilal-il Kuran: Bizleri doğru yola ilet,
Gültekin Onan: (6-7) Bizi doğru yola ilet; kendilerine nimet verdiklerinin yoluna, gazaba uğrayanların ve sapmışların değil.
Hasan Basri Çantay: (6-7) Bizi doğru yola, kendilerine ni'met verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanlarınkine, sapıklarınkine değil.
Hayrat Neşriyat: Bizi dosdoğru yola hidâyet eyle!
İbni Kesir: Bizi dosdoğru yola ilet.
Muhammed Esed: Bizi dosdoğru yola ilet,
Ömer Nasuhi Bilmen: (6-7) Bizleri doğru yola hidâyet et, o kendilerine in'am etmiş olduğun zâtların yoluna ilet, gazaba uğramışların ve sapık bulunmuşların yoluna değil.
Ömer Öngüt: Bize doğru yolu göster.
Şaban Piriş: (6-7) Bizi doğru yola, nimet verdiğin kimselerin yoluna ilet. Gazaba uğrayanların ve sapanların değil..
Suat Yıldırım: Bizi doğru yola, Sana doğru varan yola ilet.
Süleyman Ateş: Bizi doğru yola ilet!
Tefhim-ul Kuran: (6-7) Bizi dosdoğru yola ilet, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna, gazaba uğrayanların ve sapıklarınkine değil.
Ümit Şimşek: Bizi doğru yola ilet.
Yaşar Nuri Öztürk: Dosdoğru giden yola ilet bizi...

1/FÂTİHA-6 İÇİN ANALİZ

اهدِنَا الصِّرَاطَ المُستَقِيمَ

İhdinas sırâtel mustakîm(mustakîme).

1.ihdi-nâ: bizi hidayet et, ulaştır
2.es sırâte el mustakîme: Sıratı Mustakîm, Allah'a ulaştıran yol

 

****

Kur’ân-ı Kerim’de bir tek sure vardır ki, o insanın Allah’a yakarışını, müracaatını içerir. Günde beş vakit namaz kılan bir kişinin en az kırk kere okuduğu Fatiha Suresinde kulun Allah’tan bir talebi vardır.

Fatiha Suresinin 6.âyet-i kerimesinde biz hepimiz Allahû Tealâ’ya diyoruz ki:

1/FÂTİHA-6: İhdinas sırâtel mustakîm(mustakîme).
(Bu istiane'n ile) bizi, SIRATI MUSTAKÎM'e hidayet et (ulaştır).

“Bizi, Sıratı Mustakîm’îne hidayet et.”

ACABA ALLAHÛ TEALÂ’DAN GÜNDE KIRK KEZ DUA İLE BİZİ ULAŞTIRMASINI İSTEDİĞİMİZ SIRATI MUSTAKÎM NEDİR?

Sevgili kardeşlerimiz! Bugünün dîn öğreticileri Kur’ân-ı Kerim’de hangi âyette Sıratı Mustakîm kavamını görmüşlerse onu, doğru yol olarak tercüme etmişlerdir. Yetmez! Hidayeti de tıpkı Sıratı Mustakîm gibi doğru yol kalıbının içine sokmuşlar ve Allahû Tealâ’nın insan için vaaz ettiği dînin kurtuluşa yönelik bütün emirlerinin üzerinin örtülmesine neden olmuşlardır.

Acaba bugünkü dîni öğretide ifade edildiği gibi SIRATI MUSTAKÎM gerçekten de doğru yol mudur? Eğer bu bir yol ise bu yolun istikameti nereyedir? Gelin hep birlikte Kur’ân-ı Kerim’de bu sorunun cevabını arayalım sevgili kardeşlerimiz!

Lugat mânâsı itibariyle;

Sırat: Yol
Mustakîm; İstikamet üzere demektir.

Allahû Tealâ istikamet üzere olan bir yoldan söz etmektedir. Peki bu yolun istikameti nereye ve kimedir?

Kur’ân-ı Kerim’deki iki muhkem (kesin hükümlü) âyet, Sıratı Mustakîm kavramına tartışmaya mahâl bırakmayacak şekilde açıklık getirmiştir.

15/HİCR-41: Kâle hâzâ sırâtun aleyye mustekîm(mustekîmun).
Allahû Tealâ şöyle buyurdu: “İşte bu, Bana yönlendirilmiş (Bana ulaştıran) yoldur.”

4/NİSÂ-175: Fe emmâllezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen).
Böylece Allah'a âmenû olanları (ölmeden önce ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenleri) ve O'na (Allah'a) sarılanları ise, (Allah) Kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Kendisine ulaştıran "Sıratı Mustakîm"e hidayet edecektir (ulaştıracaktır).

Hicr Suresinin 41.âyet-i kerimesinde ne diyor Allahû Tealâ, “Bana istikametlenmiş yol.” diyor.

Peki bugünün öğreticileri ne diyor? DOĞRU YOL...

İki nokta arasındaki her çizgi bir doğru yolu ifade ettiğine göre, acaba mütercimlerin “doğru yol” olarak adlandırdıkları SIRATI MUSTAKÎM’in istikameti nedir?

BELİRSİZ! ROTASI BELLİ OLMAYAN BİR YOL...

Olur mu sevgili kardeşlerim? Rotası belli olmayan bir yol sizi nereye ulaştırabilir, sizlere soruyoruz…

Allahû Tealâ kesin hükmünü koymuşken ve Sıratı Mustakîm’in Allah’a istikametlenmiş yol olduğu bu kadar aşikâr iken, bu hayatî öneme haiz kavram neden rotası belli olmayan bir doğru yol kalıbının içine sokulmuştur dersiniz?

Hicr-41’de gördük ki Sıratı Mustakîm Allah'a istikametlenmiş yoldur. Nisa-175’de gördük ki kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allah onu Kendisine ulaştıran SIRATI MUSTAKÎM’e hidayet edecektir.

Ve Necm-42’ye göre yolun sonunda Allah vardır!

53/NECM-42: Ve enne ilâ rabbikel muntehâ.
Ve münteha (sonunda dönüş), mutlaka Rabbinedir.

O halde Sıratı Mustakîm gercekten bir yoldur ama doğru yol değil, bu dünya hayatında Allah’a ulaştıran, bir ucu dünyada diğer ucu Allah’ta olan hidayet yoludur.

Sıratı Mustakîm; Allah’a ulaştıran yoldur ve Fâtiha Suresinin 6. âyetinde her gün defaatle Rabbimizden bizi bu yola ulaştırmasını dilemekteyiz.

Ya Rabbim;

1/FÂTİHA-6: Bizi Sana ulaştıran yola (Sıratı Mustakîm’e) ulaştır.
Allah hepinizden razı olsun



****

1/FÂTİHA-6 ÂYETİNDE HİDAYET NASIL GİZLENMİŞTİR?


Fâtiha Suresi, 114 sure içerisinde biz insanların Rabbimize nasıl dua etmemiz gerektiğinin öğretildiği yegâne suredir. Fatîha Suresinin 6. âyetinde "İhdinas sırâtel mustakîm: bizi Sıratı Mustakîm'ine ulaştır" diye dua etmekteyiz. Acaba Rabbimizden bizi ulaştırmasını talep ettiğimiz Sıratı Mustakîm nedir? Rabbimiz; Kur'ân-ı Kerim'de Sıratı Mustakîm isimli bir yol olduğunu ve bu yolun Kendisine ulaştıran yol olduğunu buyurmaktadır.

15/HİCR-41: Kâle hâzâ sırâtun aleyye mustekîm(mustekîmun).
Allahû Tealâ şöyle buyurdu: “İşte bu, Bana yönlendirilmiş (Bana ulaştıran) yoldur.”

Allahû Tealâ'ya Sıratı Mustakîm üzerinden ulaşacak olan şey, her insana doğar doğmaz Allahû Tealâ'nın üfürmek suretiyle emanet olarak verdiği ruhtur. Rabbimiz Sıratı Mustakîm'in Allah'a ulaştıran yol olduğunu gizleyecek olan dîn adamlarına karşı bizleri Kur'ân'da uyarmıştır.

43/ZUHRÛF-37: Ve innehum le yasuddûnehum anis sebîli ve yahsebûne ennehum muhtedûn(muhtedûne).
Ve muhakkak ki onlar (şeytanlar), onları mutlaka (Allah’ın) yolundan men ederler (alıkoyarlar). Ve onlar kendilerinin hidayette olduğunu sanırlar.

Kur'ân'daki İslâm'ı yaşamayan ve bilmeyen birisinin dâhi Hicr-41 ve Nisâ-175 âyetlerine rağmen Sıratı Mustakîm'e "doğru yol" demesi akla ve mantığa uygun bir izâh tarzı olmayan korkunç ve tüyler ürpertici bir durumdur.

Abdulbaki Gölpınarlı, Adem Uğur, Ahmet Tekin, Ahmet Varol, Ali Bulaç, Ali Fikri Yavuz, Bekir Sadak, Celal Yıldırım, Diyanet İşleri, Diyanet İşleri (eski), Diyanet Vakfi, Edip Yüksel, Elmalılı Hamdi Yazır, Elmalılı (sadeleştirilmiş), Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2), Fizilal-il Kuran, Gültekin Onan, Hasan Basri Çantay, Hayrat Neşriyat, İbni Kesir, Muhammed Esed, Ömer Nasuhi Bilmen, Ömer Öngüt, Şaban Piriş, Suat Yıldırım, Süleyman Ateş, Tefhim-ul Kuran, Ümit Şimşek, Yaşar Nuri Öztürk Hocalarımız Sıratı Mustakîm'i "Allah'a ulaştıran yol" olarak tercüme etmek yerine "doğru yol" diye tercüme ederek Fâtiha Suresinin 6 âyetinde hidayeti gizlemişlerdir.

DAHA VAHİM OLAN İSE; Bu âyette "h-d-y: hidayet" kökünden türeyen "idhi" kelimesi "hidayete ermek" fiilinin emir kipidir, "ulaştır" anlamına gelir. Dikkat ederseniz, bu âyette hidayeti gizlemiş olan dîn adamlarımızın dahi neredeyse tümünün "ihdi" kelimesini, "ulaştır, ilet, eriştir, hidayet et/eyle" gibi doğru olarak tercüme ettiklerini görebilirsiniz.

ACABA TEK BAŞINA KULLANILDIĞINDA "ULAŞMAK" ANLAMINA GELEN BİR KELİME "ALLAH" KELİMESİ İLE BERABER KULLANILDIĞINDA ANLAMI NE OLUR DERSİNİZ?"

Normal şartlarda "hûdallah" kelimesinin tercümesi "Allah'a ulaşmak" olmalıdır, değil mi? Bu raporumuzdaki hidayeti gizleyen dîn adamlarının meâllerini bir daha gözden geçiriniz... Neredeyse tüm mütercimlerimizin "ihdi" kelimesini "ulaştır, eriştir, ilet" gibi ifadeleri kullanarak doğru olarak tercüme ettiğine göre, bir sonraki raporumuz olacak olan Âli İmrân-73'te hepsinin "hûdallah" kelimesini "Allah'a ulaşmak" olarak tercüme etmiş olduklarını sonucuna ulaşacağımızı düşünebiliriz, değil mi? Acaba gerçekten öyle olacak mıdır?


 

****



****

DOĞRU TERCÜME EDİLMİŞ MEÂLLER
Öncelikle Kur'ân-ı Kerim'in hem kelime hem ruhî lâfzının tam manâsının tercümeler ile verilemiyeceğini belirtmemiz gerekir. Bu yüzden bu başlığa âyetin aslî anlamının korunduğu tüm meâlleri dahil ederek, basit kelime ve cümle kurgusu hatalarını göz önüne almadık inşallah.


Ahmed Hulusi: Bizi sırat-ı müstakime (Hakikate erdiren yola) hidâyet et.
İmam İskender Ali Mihr: (Bu istiane'n ile) bizi, SIRATI MUSTAKÎM'e hidayet et (ulaştır).


1/FÂTİHA-6 İÇİN HİDAYETİN GİZLENMESİ RAPORU SONUÇLARI


Bu âyette hidayetin gizlendiği meâller: Abdulbaki Gölpınarlı, Adem Uğur, Ahmet Tekin, Ahmet Varol, Ali Bulaç, Ali Fikri Yavuz, Bekir Sadak, Celal Yıldırım, Diyanet İşleri, Diyanet İşleri (eski), Diyanet Vakfi, Edip Yüksel, Elmalılı Hamdi Yazır, Elmalılı (sadeleştirilmiş), Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2), Fizilal-il Kuran, Gültekin Onan, Hasan Basri Çantay, Hayrat Neşriyat, İbni Kesir, Muhammed Esed, Ömer Nasuhi Bilmen, Ömer Öngüt, Şaban Piriş, Suat Yıldırım, Süleyman Ateş, Tefhim-ul Kuran, Ümit Şimşek, Yaşar Nuri Öztürk (TOPLAM: 29 kişi)

Bu âyette temel kavramların gizlendiği meâller: - (TOPLAM: 0 kişi)

Bu âyette hatalı/eksik meâller: - (TOPLAM: 0 kişi)

Bu âyet için doğru meâller: Ahmed Hulusi, İmam İskender Ali Mihr (TOPLAM: 2 kişi)

****

UYARI: Herhangi bir âyete ait raporu değerlendirerek, bir mütercimin bütün âyetleri doğru ya da hatalı tercüme ettiğini düşünmek yanlış bir yargıdır. Çünkü bir âyette doğru tercüme yapmış bir mütercimimiz, diğer âyetlerde çok önemli hatalar yapabildiği gibi, incelediğiniz bir âyette "hatalı meâller" grubunda yer alan bir meâl diğer âyetlerde çok daha yalın ve anlaşılır ifadeler kullanmış olabilir. En az 10 adet âyetin hidayeti gizleyenler raporunu değerlendirdikten sonra mütercimlerimiz hakkında fikir sahibi olmaya başlayabilirsiniz.

****


EK-1: SIRAT KÖPRÜSÜNDEN DÜŞERSEK KOLUMUZ KIRILIR MI?

Öncelikle ifade etmek istiyoruz ki, biz ne zaman bir konu hakkında Kur'ân'a aykırı olan hurafeleri öğrenmek istesek, hemen Diyanet İşleri internet sitesinin "Dîni Terimler Sözlüğü" bölümünü açarız. Allah Diyanet İşleri Başkanlığımıza zevâl vermesin. Eksik olmasınlar, sitelerinde neredeyse bütün hurafelere yer verdikleri için bize raporlarımızda çok yardımcı olmaktadırlar.

Sevgili kardeşlerimiz! Bu yazımızda Kur'ân-ı Kerim âyetleriyle aşağıdaki sorularının yanıtlarını arayacağız:
  • Sırat köprüsünden düşülürse kol, bacak kırılır mı?
  • Kolumuz, bacağımız kırılır ise orada tedavi ettirmek mümkün mü?
  • Yoksa Sırat Köprüsü Kur'ân'da yeri olmayan bir hurafe midir?

    Diyanet İşlerinin baş işletmecilerinden olduğu ve dîn adamlarımızın da gişe memuru olarak görev aldığı Sırat Köprüsü'nün Kur'ân'da ne şekilde anlatıldığına geçmeden evvel, yazımızın ilk paragrafında kurduğumuz cümlelerin kaynağını gösterelim.

    A. SIRAT KÖPRÜSÜ NEDİR? (Diyanete göre)

    Kaynak: http://www.diyanet.gov.tr/turkish/dy/DiniBilgilerDetay.aspx?ID=596

    Sözlükte "yol" manasına gelen sırat, cehennem üzerinde bulunan bir yol veya köprüdür. Müminler cennete bu yoldan geçerek ulaşacaklardır. ...

    ... Müminlerden bazıları şimşek misâli, bazıları esen bir rüzgar gibi, bazıları da cins atlar gibi üzerinden geçer. Münafıklar ise emekleyerek geçmeye çalışır ve ateşe düşerler. Kâfirlere gelince köprüden hiç geçemeyip ateşe yuvarlanırlar.


    ****

    B. SIRAT KÖPRÜSÜ NEDİR? (Kur'ân'a göre)

    “Cehenneme yukarıdan düşmek” gibi safsataların Kur’ân-ı Kerim’de yeri olmadığı gibi, Allahû Tealâ açıkca cehennemin kapıları olduğunu ve cehenneme gidecek insanların burunları sürünerek bu kapının alt bölümünden cehenneme gireceklerini ifade etmektedir.

    16/NAHL-29: Fedhulû ebvâbe cehenneme hâlidîne fîhâ fe lebi’se mesvel mutekebbirîn(mutekebbirîne).
    Haydi, orada ebediyyen kalmak üzere cehennemin kapılarından girin. Kibirlenenlerin (büyüklük taslayanların) kaldığı yer ne kötüdür.

    39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne).
    Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın? (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.

    17/İSRÂ-97: Ve men yehdillâhu fe huvel muhted(muhtedi), ve men yudlil fe len tecide lehum evliyâe min dûnih(dûnihî), ve nahşuruhum yevmel kıyâmeti alâ vucûhihim umyen ve bukmen ve summâ(summen), me’vâhum cehennem(cehennemu), kullemâ habet zidnâhum saîrâ(saîren).
    Ve Allah, kimi (Kendisine) ulaştırırsa, artık o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah'a ulaşmayı dilemezse), o taktirde onlar için O'ndan (Allah'tan) başka dostlar bulamazsın. Ve kıyâmet günü onları kör, dilsiz ve sağır olarak yüzüstü (sürünerek) haşrederiz. Onların me'vası (kalacakları yer) cehennemdir. Ve Biz, onlara (ateşin) her sönmeye yüz tutuşunda (alevli ateşi) arttırdık (arttırırız).

    26/ŞUARÂ-94: Fe kubkıbû fîhâ hum vel gâvun(gâvune).
    Onlar (putperestler) ve azgınlar, oraya (cehenneme) yüzüstü (burunları yere sürtünerek) atılırlar.

    Kur’ân-ı Kerim’de “sırat köprüsü” diye bir köprünün varlığını ifade eden tek bir âyet-i kerime bile yoktur. Zaman içerisinde kulaktan kulağa yayılan ve Kur’ân’a göre aslı astarı olmayan bu hurafenin, dîni öğretmekle vazifeli olan saygın bir kurumumuzca, insanlara doğruymuş gibi lânse edilmesi tüyler ürpertici bir durumdur.

    Anlamayanlar için bir kez daha tekrar etmek istiyoruz!!!

    Ülkemizde dîni öğretmekle vazifeli tek kurumun, sahte hadislerden kaynaklanan böyle bir hurafeyi dîni terimler sözlüğüne bir Kur’ân-ı Kerim gerçeğiymiş gibi empoze etmesi akıl alır bir durum değildir. Bu talihsiz açıklama, son derece ciddî bir aldanışın, korkunç bir hatanın, dahası İblisin hain tuzağının bir ürünüdür.


    ****

    C. SIRAT KÖPRÜSÜ ŞEYTAN TARAFINDAN NİÇİN UYDURULMUŞTUR?

    Sırat Köprüsünü ilk olarak kimin, ne zaman uydurduğu belgelenemiyor olsa dahi; uyduranın iblis olduğu ve Hz. Âdem (AS)'ın yaratıldığı gün "hidayeti gizlemek için" bu hain tuzağı dîn adamlarını kullanarak kuracağı Kur'ân-ı Kerim'de açıkça yer almıştır.

    7/A'RÂF-16: Kâle fe bimâ agveytenî le ak'udenne lehum sırâtekel mustekîm(mustekîme).
    (İblis): “Bundan sonra, beni azdırman sebebiyle, mutlaka Senin Sıratı Mustakîmin'e onlara karşı (mani olmak için) oturacağım.” dedi.

    7/A'RÂF-17: Summe le âtiyennehum min beyni eydîhim ve min halfihim ve an eymânihim ve an şemâilihim, ve lâ tecidu ekserehum şâkirîn(şâkirîne).
    Sonra, elbette onlara, önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından geleceğim ve onların çoğunu şükredenlerden bulmayacaksın.

    Kur'ân-ı Kerim'de şeytanın üzerine oturmayı vaad ettiği yol "Sıratı Mustakîm"dir. Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in vefâtından bir kaç yüzyıl sonra başlanan el yazması eserler ve hadis kitapları sürecinde "rivayetten rivayete" derken, Allah düşmanları tarafından Sırat Köprüsü peydahlanmış ve Sıratı Mustakîm'in açıklandığı dîni kitaplarda (el yazması emaniyye eserler, bir diğer deyiş ile hurafe kitapları) Sıratı Mustakîm birden bire "doğru yol" oluvermiştir.

    Allahû Tealâ Yûnus Suresinin 100. âyetinde "akıl etmeyene azap ederiz" buyurmaktadır.

    10/YÛNUS-100: Ve mâ kâne li nefsin en tu’mine illâ bi iznillâh(iznillâhi), ve yec’alur ricse alellezîne lâ ya’kılûn(ya’kılûne).
    Ve Allah’ın izni olmaksızın, bir kimsenin (bir nefsin) mü’min olması (mümkün) olamaz. Ve (Allah), akıl etmeyen kimselerin üzerine ceza (azap) verir.

    O halde samimi olan bütün Müslümanların muhakkak şeytanın üstüne oturacağını vaad ettiği Sıratı Mustakîm'in ne olduğunu, Kur'ân âyetleri ile öğrenmesi ve (geç olmadan, azap gelmeden evvel) öğrendiği bilgileri hayatına tatbik etmesi lâzımdır.

    Hicr Suresinin 41. âyet-i kerimesinde Sıratı Mustakîm'in ne olduğu açıkça ifade edilmektedir.

    15/HİCR-41: Kâle hâzâ sırâtun aleyye mustekîm(mustekîmun).
    Allahû Tealâ şöyle buyurdu: “İşte bu, Bana yönlendirilmiş (Bana ulaştıran) yoldur.”

    Sıratı Mustakîm; Allah'a ulaştıran yol olduğuna göre; Allahû Tealâ'ya bu yol üzerinden ulaşacak bir şeyler olmalı değil midir?

    13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
    Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.

    "Onlar; Allah'ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi Allah'a ulaştırırlar" sözü ile ifade edilen şey Allahû Tealâ'nın sadece insana Kendisinden üfürerek ihsan ettiği ruh emanetidir.

    33/AHZÂB-72: İnnâ aradnel emânete ales semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen).
    Muhakkak ki Biz, emaneti göklere, arza ve dağlara arz ettik (sunduk, teklif ettik). Onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Ve insan onu yüklendi. Muhakkak ki o (nefs), çok zalimdir, çok cahildir.

    Ra'd-21'de Allah'a ulaştırılması emredilen şey, Allahû Tealâ'nın sadece insana emanet olarak verdiği Kendi ruhudur. İnsanların ruhlarını Allah'a ulaştırmayı (teslim etmeyi) dilemelerinin önüne engel olması için iblis ve onun yardımcıları tarafından, Kur'ân'a aykırı birçok hurafe tasarlanmıştır. Maalesef günümüzde Kur'ân fakiri bir çok dîn adamımız da bu hurafeleri yaymaya devam ederek iblisin ekmeğine yağ sürmektedirler.

    Zaten dikkat edilirse; Allahû Tealâ insana secde emrini, Hz. Âdem’i yarattığında (fizik bedenini halk ettiğinde) değil, nefsini dizayn ettikten de sonra, ona Kendi ruhundan üfürdüğünde vermiştir.

    15/HİCR-29: Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fekaû lehu sâcidîn(sâcidîne).
    Artık onu dizayn edip, içine ruhumdan üflediğim zaman, hemen ona secde ederek yere kapanın!

    SECDE EMRİ ALLAH'IN İNSANA EMANET OLARAK VERDİĞİ KENDİ RUHUNADIR.

    Bu noktada "Ruh insana hayat verir" hurafesi ile "Sırat Köprüsü" hurafesinin birbiri ile ne kadar ilişkili olduğuna hepimizin dikkat etmesinde yarar vardır. Kur'ân-ı Kerim'de; Allahû Tealâ'nın insan dışında hiç bir canlıya Kendi ruhundan üfürdüğü yer almamasına ve Allah'ın "Biz Kur'ân'da hiç bir şeyi eksik bırakmadık (En'âm-38)" ifadesine rağmen, "Ruh vücuttan ayrılırsa kişi ölür" diyen dîn adamlarımız, ruhu olmadan yaşayan başka canlılar (örneğin hayvanlar) olduğunun farkında değiller midir? Acaba o hayvanların hepsi ruhsuz olduklarına göre ölü müdür?

    Bu hurafeleri yaymaya çalışan dîn adamlarının da günün birinde inşallah Kur'ân okumayı akıl edeceklerini ümit ederek yazımıza devam ediyoruz.

    ****

    Aslında Rabbimizin sadece insana Kendi ruhundan üfürdüğü, insanoğlunu ne kadar çok sevdiğinin bir delilidir. Yaşayan tüm insanlara muhakkak Allahû Tealâ'nın davetçileri gelir ve onlara der ki:

    Ey güzel kardeşim,
    • Allahû Tealâ'nın sana doğar doğmaz Kendi ruhundan üfürdüğünü
    • Ve bu ruhu sana emanet olarak verdiğini...
    • Bu dünya hayatını yaşarken sende bir emanet olan ruhunu Allah’a geri ulaştırmayı dilersen, bir Allah dostu (veli, evliya) olacağını biliyor musun?

      13/RA'D-14: Lehu da’vetul hakk(hakkı), vellezîne yed’ûne min dûnihî lâ yestecîbûne lehum bi şey’in illâ kebâsitı keffeyhi ilâl mâi li yebluga fâhu ve mâ huve bi bâligıhî, ve mâ duâul kâfirîne illâ fî dalâl(dalâlin).
      Hakkın daveti O’nadır (Kendisinedir, Allah’adır). O'ndan başkasına davet ettikleri (şeyler), onlara bir şeyle icabet etmezler. Onlar ancak suya, onun ağzına, suyun ulaşması için avucunu açmış kimse gibidir. O (su), ona ulaşacak değildir. Ve kâfirlerin daveti, dalâletten (su nasıl onların ağızlarına ulaşamıyorsa, dalâlette olanlar da hidayete ulaşamaz) başka bir şey değildir.

      2/BAKARA-257: Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilân nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
      Allah, âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) dostudur, onları (onların nefslerinin kalplerini) zulmetten nura çıkarır. Ve kâfirlerin dostları taguttur (onlar, şeytanı dost edinirler, şeytan kimseye dost olmaz), onları (onların nefslerinin kalplerini) nurdan zulmete çıkarırlar. İşte onlar, ateş ehlidir. Onlar, orada ebedî kalacak olanlardır.

    • Eğer kalpten bir taleple bu duayı yaparsan takva sahibi olacağını ve günahların örtüleceği için cenneti hak eden bir mü'min olacağını, Rabbimizin Kur'ân âyetleriyle müjdelediğinden, hatta bu dilekte bulunduğun takdirde senin de ruhunu Kendisine ulaştırmayı garanti ettiğinden, böylece senin de ermiş bir evliya olabileceğinden haberin var mı?

      39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
      Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!

      30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
      O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.

      8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhâllezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
      Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.

      42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
      (Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).

    • Eğer bu talebi yapmadan vefât edersen yaptığın tüm iyi âmellerin hebâ olacağı (silineceği) için ebedî olarak cehenneme gideceğini biliyor musun?

      18/KEHF-105: Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen).
      İşte onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah’a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.

      10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
      Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.

      Cennet ve cehennemi ayıran çizginin bir küçücük dilek olması, Rabbimizin bizi ne kadar çok sevdiğinin bir başka güzel kanıtı değil midir?
    Ey yüce Allah'ım, ne olur benim de ruhumu Sana ulaştırarak beni de dostlarının, ermiş evliyalarının arasına dahil eyle, ne olur ya Rabbim. Amin.
    VE SONUNDA DÖNÜŞ RABBİMİZEDİR!

    53/NECM-42: Ve enne ilâ rabbikel muntehâ.
    Ve münteha (sonunda dönüş), mutlaka Rabbinedir.

    ****

    D. SIRAT KÖPRÜSÜ İÇİN SONUÇ

    6/EN'ÂM-38: Ve mâ min dâbbetin fîl ardı ve lâ tâirin yatîru bi cenâhayhi illâ umemun emsâlukum, mâ farratnâ fîl kitâbi min şey’in summe ilâ rabbihim yuhşerûn(yuhşerûne).
    Ve yeryüzünde yürüyen hayvanlardan ve iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa (4 ayaklı) hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki; sizin gibi ümmet olmasınlar. Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonra Rab’lerine haşrolunacaklar (olunurlar).

    43/ZUHRÛF-44: Ve innehu le zikrun leke ve li kavmik(kavmike), ve sevfe tus’elûn(tus’elûne).
    Muhakkak ki O (Kur’ân), senin için ve senin kavmin için mutlaka bir zikirdir (öğüttür). Ve siz, (Kur’ân’dan) sorumlu olacaksınız.

    45/CÂSİYE-6: Tilke âyâtullahi netlûhâ aleyke bil hakk(hakk‎ı), fe bi eyyi hadîsin ba’dallâhi ve âyâtihî yû’minûn(yû’minûne).
    İşte bunlar, Allah’ın âyetleridir. Sana hak olarak onları okuyoruz. O halde Allah’tan ve O’nun âyetlerinden sonra hangi söze inanacaklar?

    Bu 3 âyeti hepimiz muhakkak ezberlemeliyiz sevgili kardeşlerimiz, bu 3 âyet bizlere her türlü aldatıcının gerçek yüzünü görmemizi sağlayacaktır.

    6/EN'ÂM-38: ... Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. ...
    43/ZUHRÛF-44: ... Ve siz, (Kur'ân'dan) sorumlu olacaksınız.
    45/CÂSİYE-6: ... O halde Allah'tan ve O'nun âyetlerinden sonra hangi söze inanacaklar?

    Eğer Allah'ın sözüne inanıyorsanız, En'âm Suresinin 38. âyetine göre Kur'ân'da hiç bir şey eksik değildir. Bu durumda Kur'ân'ın hiç bir şekilde geçit vermediği ve yer vermediği Sırat Köprüsü uydurma (sahte) hadislerden türetilmiş bir hurafedir. Bunu yayan dîn adamları da Allah'ın âyetlerinden konunun aslını araştırmadıkları için vebâl yüklenenlerdir. Sıratı Mustakîm'in Allah'a ulaştıran yol olduğunu bile bile Sırat Köprüsü hurafesini yayanlar ise Rabbimizin bizleri onlara karşı uyardıklarıdır.

    43/ZUHRÛF-37: Ve innehum le yasuddûnehum anis sebîli ve yahsebûne ennehum muhtedûn(muhtedûne).
    Ve muhakkak ki onlar (şeytanlar), onları mutlaka (Allah’ın) yolundan men ederler (alıkoyarlar). Ve onlar kendilerinin hidayette olduğunu sanırlar.

    ****

    Başlıktaki "Sırat köprüsünden düşsek kolumuz, bacağımız kırılır mı?" sorusuna geri dönersek, sorumuzun yanıtı:

    Hayır! Çünkü olmayan bir köprüden düşülmez!

    Sevgili kardeşlerimiz! Artık uyanmalısınız. Bizlere Kur'ân'a aykırı bir hurafeler dîni anlatılmaktadır. Artık uyanınız, herkesi uyandırınız! Unutmayınız ki, şeytanların iradelerinize tesiri yoktur, Kur'ân'a sarılın. Sizlerden gizlenen Kur'ân hakikâtlerini kendiniz ve sevdikleriniz için çok geç olmadan öğreniniz, yaşamınıza tatbik ediniz.

    Allah hepinizden razı olsun.

    ****


    EK-2: SIRATI MUSTAKÎM’İN HİDAYETLE İLİŞKİSİ NEDİR?

    Allahû Tealâ tüm zamanların hayat kitabı olan Kur’ân-ı Kerim’de bütün insanlara dünya hayatını yaşarken Allah’a ulaşmayı farz kılmıştır. Kâinatın tek dîni olan babamız Hz. İbrâhîm’in hanif dîni de işte bu Allah’a ulaşma farziyetine dayalıdır.

    Kur’ân-ı Kerim’e göre Allah’a ulaşmak = HİDAYETTİR

    Ve Hidayet = DÎNİN TEMELİDİR.

    Allahû Tealâ hidayetin muhtevasını Bakara-120 ve Âli İmrân-73’de şek ve şüpheye mahâl vermeyecek bir biçimde ifade etmiştir. Kaldı ki Allahû Tealâ’nın indinde hidayetin tek bir tarifi vardır:

    2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve le initteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
    Ve sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden asla razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (Allah’ın kendisine ulaştırması) işte o, hidayettir.” . Sana gelen ilimden sonra eğer gerçekten onların hevalarına uyarsan, senin için Allah’tan bir dost ve bir yardımcı yoktur.

    “İnne hudallahi huvel huda; Muhakkak o Allah’a ulaşmak var ya, o hidayettir.”

    3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
    Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).

    “İnnel hudâ hudallâhi; Muhakkak ki hidayet Allah’a ulaşmaktır.”

    Tek tarif; tek kurtuluş yolu hidayettir sevgili kardeşlerimiz...

    Hidayet = Allah’a ulaşmak = İslâm = Teslim.

    O halde hidayet yoksa dîn de yoktur, Allah’a teslim de...

    Allahû Tealâ bütün insanları Sıratı Mustakîm adı verilen, Kendisine istikametlenmiş yol üzerinden hidayete erdirdiğini En’âm 87 ve 88’de açıkça ifade etmektedir.

    6/EN'ÂM-87: Ve min âbâihim ve zurriyyâtihim ve ihvânihim, vectebeynâhum ve hedeynâhum ilâ sırâtın mustekîm(mustekîmin).
    Ve onların babalarından, zürriyetlerinden (nesillerinden) ve kardeşlerinden onları seçtik. Ve onları Sıratı Mustakîm'e (Allah'a ruhu ulaştıran yola) hidayet ettik (ulaştırdık).

    6/EN'ÂM-88: Zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu min ibâdihî, ve lev eşrakû le habita anhum mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
    İşte bu Allah’ın hidayetidir. Kullarından dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve eğer şirk koşsalardı, elbette yapmış oldukları şeyler heba olurdu (boşa giderdi).

    Sıratı Mustakîm üzerinde olmanın şartı ise Nisa-175’de ifade edildiği gibi Allah’a ulaşmayı dilemektir. Allahû Tealâ En’am 153’de ve Yâsin 60-61’de de bütün insanların Sıratı Mustakîm üzerinde olmasını emretmektedir.

    6/EN'ÂM-153: Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûhu, ve lâ tettebiûs subule fe teferraka bikum an sebîlihi, zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne).
    Ve muhakkak ki; bu, Benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve (başka) yollara tâbî olmayın ki; o taktirde sizi, onun yolundan ayırır. İşte böyle size onunla vasiyet etti(emretti). Umulur ki böylece siz takva sahibi olursunuz.

    36/YÂSÎN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).
    Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.

    36/YÂSÎN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).
    Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.

    O halde bütün insanlık için bu dünya hayatında Allah’a istikametlenmiş bir yol söz konusudur. Ve bu yolun sonunda Allah vardır (Necm-42).

    53/NECM-42: Ve enne ilâ rabbikel muntehâ.
    Ve münteha (sonunda dönüş), mutlaka Rabbinedir.

    ****

    ALLAH'A ULAŞILIR MI?

    Hurafe ilminin sahipleri derler ki: "Allah'a ulaşılmaz. O her yerdedir.”

    Sevgili kardeşlerimiz! Hiçbir şey yoktur ki cevabı Kur’ân-ı Kerim’de verilmiş olmasın. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’inde bütün insanlığa “irciî; Allah’a geri dön” emrini veriyor, oysa emaniyye (hurafeler) ile amel edenler, “Hayır, Allah ulaşılmazdır.” diyor. Aynı emaniyye sahipleri: “Allah'a ulaşılmaz, çünkü Allah her yerdedir.” diye kendi idrakleri çerçevesinde konuya bir de kendilerinden açıklama getirmeye çalışıyor.

    Anlamamakta ısrar edenler için tekrar edelim; Kur’ân-ı Kerim’de cevabı ve yöntemi açıklanmamış bir emir yoktur!

    Elbette ki Allah her yerdedir. İlmi ve rahmetiyle her yeri kuşatmıştır. Ancak Allah’ın insanda bir emaneti vardır ve bu emanetin kişi dünya hayatını yaşarken Allah’a geri döndürülmesi emredilmiştir. Kaldı ki hurafecilerin "Allah her yerdedir, ulaşılamaz" sözüne yanıt, yine Kur'ân'dan’dır. Kehf Suresinin 28. ve En’âm Suresinin 52.âyet-i kerimelerinde Allahû Tealâ Allah’ın Zat’ını dileyerek dua edenlerden söz etmektedir.

    18/KEHF-28: Vasbır nefseke meallezîne yed'ûne rabbehum bil gadâti vel aşiyyi yurîdûne vechehu ve lâ ta'du aynâke anhum, turîdu zînetel hayâtid dunyâ ve lâ tutı' men agfelnâ kalbehu an zikrinâ vettebea hevâhu ve kâne emruhu furutâ(furutan).
    Sabah akşam, O’nun Vechi'ni (Zat’ını) isteyerek Rabbine dua edenlerle beraber nefsini sabırlı tut. Dünya hayatının ziynetini dileyerek gözünü onlardan çevirme! Kalbini zikrimizden gâfil kıldığımız ve hevasına (heveslerine) tâbî olan kimselere isteyerek, işinde haddi aşmış olanlara itaat etme!

    6/EN'ÂM-52: Ve lâ tatrudillezîne yed’ûne rabbehum bil gadâti vel aşiyyi yurîdûne vechehu, mâ aleyke min hısâbihim min şey’in ve mâ min hısâbike aleyhim min şey’in fe tatrudehum fe tekûne minez zâlimîn(zâlimîne).
    Ve sabah akşam, Rab’lerinin Zat’ını dileyerek dua edenleri kovma.Onların hesabından senin üzerine, senin hesabından onların üzerine bir şey yoktur. Artık onları kovarsan, o zaman sen zalimlerden olursun.

    O halde bizim hurafecilere şimdi sormaz mıyız? Allah'a mı inanalım, size mi? Yoksa siz (yine) Allah'a karşı bilmediğiniz bir şey mi söylüyorsunuz?

    Elbette ki Allah'a yer izafe etmek çok yanlış ve İslâm'a aykırı bir düşüncedir. Kuşkusuz Allahû Tealâ zamanı da, mekânı da yaratandır, her şeyden müsteğnidir. Allahû Tealâ'nın her zaman parçasında ve her yerde aynı anda olması Allah'ın zaman ve mekândan münezzeh olmasının bir sonucudur. Zaman dediğimiz fonksiyon kâinat yaratıldığında başlayan ileri doğru süreklilik sahibi bir mahlûktur. Zaman; kâinatın yaratılması ile başlamıştır.

    Kâinat yaratılmadan evvelki bir önceki kareye baktığımızda bizim idrakimize göre mekân ve zamanın olmadığı, sadece ve sadece ALLAH'IN ZAT'ının olduğu ezeldeki bir noktaya ulaşırız. İşte Allahu Teala her şeyden münezzeh olduğu için buraya "YOKLUK ÂLEMİ" adı verilir. Çünkü Rabbimizin hiç bir şeye ihtiyacı yoktur.

    Sevgili kardeşlerimiz! Kur'ân-ı Kerim’in bütününü idrak etmedikçe hiç kimse için Allah’ın teslim emirlerini yerine getirmek mümkün değildir.

    İslâm, teslim demektir. Ve teslimin muhtevasında ruh, fizik beden, nefs ve irade dörtlüsüyle yaratılan insanın, bu dörtlüyle Allah'a teslim olması vardır. Kaldı ki İslâm Dîni Allah'a teslim olanların dînidir. Müslüman demek "Allah'a teslim olan kişi" demektir. O halde Allah'a bir şeyleri teslim etmeliyiz ki, Müslüman olabilelim...

    Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’inde bütün insanlığa Allah’a ulaşmayı farz kılmıştır.

    89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
    Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!

    73/MUZZEMMİL-8: Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ(tebtîlen).
    Ve Rabbinin İsmi'ni zikret ve herşeyden kesilerek O’na ulaş.

    O HALDE İNSAN NASIL ALLAH’A ULAŞIR?
    İRCİÎ EMRİNİN MUHATABI KİMDİR?

    Dînin temeli hidayetse ve hidayet, Allah’a ulaşma farziyetinin adı ise o halde Allah’a ulaşacak olanın ne olduğunu da yine Kur’ân âyetleri ışığında incelemek gerekmektedir. Kaldı ki hidayetin muhatabı insandır ve Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını istediği şey de sadece insanı bağlamaktadır.

    O halde Allah’ın Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyin sırrını çözebilmek için insanın yaratılış muhtevasına açıklık getirmek gerekmektedir.

    İnsan; üç vücut ve serbest irade sahibi olarak bu dünya hayatına gönderilmiştir.
    FİZİK BEDEN: Hicr-26’ya göre insan bir fizik bedenle salsalin adı verilen şekillenebilir bir balçıktan halk edilmiştir.

    15/HİCR-26: Ve le kad halaknel insâne min salsâlin min hamein mesnûn(mesnûnin).
    Andolsun ki; Biz insanı, “hamein mesnûn olan salsalinden” (standart insan şekli verilmiş ve organik dönüşüme uğramış salsalinden) yarattık.

    Hicr-26’da açıkça ifade edildiği gibi, fizik beden topraktan yaratılmıştır. Allah’ın kanununa göre her şey aslına rücû edeceği için, topraktan yaratılan fizik beden yine toprağa dönecektir; Allah’a ulaşması mümkün değildir.

    NEFS: Bütün insanlar 7 kademede dizayn edilen bir de nefs vücudun sahibidir.

    91/ŞEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.
    Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şekilde) sevva edene (dizayn edene) (andolsun).

    Allahû Tealâ Şems-7’de nefsin 7 kademede dizayn edildiğini ifade etmektedir. Nefs başlangıç noktasında tamamen karanlıklarla donatılmıştır. Ve yapısındaki hastalıklar sebebi ile şeytanın komuta merkezidir. Allahû Tealâ bizde şeytanın temsilcisi olan nefs vücudumuzu 7 kademede tezkiye ve tasfiye etmemiz emretmektedir. Ezelde Allah’a nefslerimizi tamamen temizleyeceğimize dair verdiğimiz sözün adı Yemin’dir. O halde Allah’a ulaşacak olan nefsimiz değildir.

    RUH: Allahû Tealâ bütün insanlara ruhundan üfürmüştür.

    32/SECDE-9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
    Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve sizler için sem’î (işitme hassası), basar (görme hassası) ve fuad (idrak etme hassası) kıldı. Ne kadar az şükrediyorsunuz.

    15/HİCR-29: Fe izâ sevveytuhu ve nefahtu fîhi min rûhî fekaû lehu sâcidîn(sâcidîne).
    Artık onu dizayn edip, içine ruhumdan üflediğim zaman, hemen ona secde ederek yere kapanın!

    Allahû Tealâ İsra Suresinin 85.âyet-i kerimesinde ruhun bir emir olduğunu ifade etmektedir. Allah’tan gelen ve Allah’a geri dönen her şey Kur’ân-ı Kerim’de “emir” olarak nitelendirilmiştir.

    17/İSRÂ-85: Ve yes’elûneke anir rûh(rûhı), kulir rûhu min emri rabbî ve mâ ûtîtum minel ilmi illâ kalîlâ(kalîlen).
    Ve sana ruhtan sorarlar. De ki: “Ruh, Rabbimin emrindendir.” Ve size, (ruha ait) ilimden sadece az bir şey verildi.

    Ruh, bütün insanlara emanet olarak verilmiştir.

    33/AHZÂB-72: İnnâ aradnel emânete ales semâvâti vel ardı vel cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehal insân(insânu), innehu kâne zalûmen cehûlâ(cehûlen).
    Muhakkak ki Biz, emaneti göklere, arza ve dağlara arz ettik (sunduk, teklif ettik). Onu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. Ve insan onu yüklendi. Muhakkak ki o (nefs), çok zalimdir, çok cahildir.

    Nisâ-58’de emanetlerin Allah’a teslim edilmesi emredilmiştir.

    4/NİSÂ-58: İnnallâhe ye’murukum en tueddûl emânâti ilâ ehlihâ ve izâ hakemtum beynen nâsi en tahkumû bil adl(adli). İnnallâhe niımmâ yeızukum bihî. İnnallâhe kâne semîan basîrâ(basîran).
    Muhakkak ki Allah, emanetleri sahibine teslim etmenizi ve insanlar arasında hakemlik yaptığınız zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Muhakkak ki Allah, onunla (bununla) size ne güzel öğüt veriyor. Ve muhakkak ki Allah, en iyi işiten ve en iyi görendir.

    SERBEST İRADE: Serbest iradenin dînin giriş kapısından geçiş yapması için alması gereken ilk ve en önemli karar Allah'a teslimler açısından bağ kurmak ve 1. teslim olan ruhun Allah'a ulaşmasını Rabbimizden dilemektir.

    78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakk(hakku), fe men şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
    İşte o gün (mürşidin eli Hakk'a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah'a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm'i) yol ittihaz eder. (Allah'a ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.

    Serbest iradenin seçimi aslında Allahû Tealâ'nın Kur'ân âyetleri ile emir ve yasaklarının çerçevesini açıkladığı HAK DÎN İSLÂM ile Kur'ân'sız ve cehenneme sürükleyen bir dîni öğreti yaymaya çalışan ama müslümanım demek suretiyle toplumlarımızı aldatanların hurafeler dîni arasındadır.

    ****

    KUR'ÂN'DAKİ İSLÂM'DA ALLAH'TAN GELEN RUHUN ALLAH'A GERİ ULAŞTIRILMASI FARZDIR!

    Her ne kadar hurafeciler "Allah'a ulaşılamaz", "ruh insana hayat verir", "Sıratı Mustakîm doğru yoldur" hurafelerini yaymaya çalışsalar da, nafiledir. Rabbimiz Kur'ân-ı Kerim ile Allah'a ulaşmayı dileyenleri müjdelemekte, Allah'a ulaşmayı inkâr edenleri de defaatle uyarmaktadır.

    Allahû Tealâ Fecr Suresinde ruha seslenerek “İrciî ila Rabbike” emrini vermiştir.

    89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
    Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!

    “İrcîi” kelimesi, sadece dönüşü ifade eden bir kelime değildir. Kelimeni muhtevasında önce gelmek vardır, gelen bir şeyin tekrar geri dönüşü söz konusudur.

    Ruh için vuslat, vasıl olma vetiresi, Sıratı Mustakîm üzerinden Allah’a ulaşmaktır. Ruhun Sıratı Mustakim üzerinden gerçekleştirdiği seyr-i süluk isimli yolculuk tamamlandığında, ruh Allah’a ulaşır ve Allah’ın Zat’ında yok olur. İşte bu, hidayettir. Hidayet, yaşarken bir insanın ruhunun Allah’a ulaşmasıdır. Kişi ne olmuştur? (Allah’a) ermiş (hidayete ermiş) evliya olmuştur. Nesi ermiştir? Ruhu ermiştir.

    O halde âyet-i kerimedeki “irciî” emrinin muhatabı, Allah’tan gelen ve Allah’a dönecek olan ruhtur. Buradaki dönüşü, “ölüm” olarak ifade eden ve yorumlayanlar şeytanın büyük bir tuzağının içine düşmüşlerdir.

    İRCİÎ EMRİ BİR ÖLÜM EMRİ MİDİR?

    Allahû Tealâ’nın standartlarında ölüm, bir kaderdir. Kişinin bu konuda bir seçim hakkı yoktur.

    3/ÂLİ İMRÂN-145: Ve mâ kâne li nefsin en temûte illâ bi iznillâhi kitâben mueccelâ(mueccelen), ve men yurid sevâbed dunyâ nu’tihî minhâ, ve men yurid sevâbel âhirati nu’tihî minhâ, ve se neczîş şâkirîn(şâkirîne).
    Ve bir kimsenin, Allah'ın izni olmadan ölmesi olmamıştır (olamaz), o (ölüm), süresi tayin edilmiş bir yazıdır. Ve kim dünya sevabı isterse, kendisine ondan veririz, ve kim ahiret sevabı isterse, kendisine ondan veririz. Ve şâkirleri (şükredenleri) yakında mükâfatlandıracağız.

    Allah’a mülâki olma kavramı, ölmeden evvel Allah’a dönüşü ifade etmektedir. Ve bütün insanlığa farz kılınmıştır.

    30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
    O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.

    Her kim; “Ey yüce Allah’ım! Ben de ölmeden evvel ruhumu Sana ulaştırmak istiyorum. Ne olur benim de ruhumu Sana ulaştır. Beni de ermiş evliyalarından kıl. Amin” şeklinde bir talebin sahibi ise, o kişi Allahû Tealâ’nın Ra’d-14’deki davetine icabet etmiş olan kişidir. Ve Allah, Allah’a ulaşmayı dileyen bu kişiyi mutlak surette Kendisine ulaştıracağını garanti etmektedir (Şûrâ-13).

    13/RA'D-14: Lehu da’vetul hakk(hakkı), vellezîne yed’ûne min dûnihî lâ yestecîbûne lehum bi şey’in illâ kebâsitı keffeyhi ilâl mâi li yebluga fâhu ve mâ huve bi bâligıhî, ve mâ duâul kâfirîne illâ fî dalâl(dalâlin).
    Hakkın daveti O’nadır (Kendisinedir, Allah’adır). O'ndan başkasına davet ettikleri (şeyler), onlara bir şeyle icabet etmezler. Onlar ancak suya, onun ağzına, suyun ulaşması için avucunu açmış kimse gibidir. O (su), ona ulaşacak değildir. Ve kâfirlerin daveti, dalâletten (su nasıl onların ağızlarına ulaşamıyorsa, dalâlette olanlar da hidayete ulaşamaz) başka bir şey değildir.

    Rûm-31’de Allah’a ulaşma dileğini farz kılan Allahû Tealâ, Şûrâ-13 ve Ankebût-5’de de bu farz emrin yerine getirilmesini kişinin serbest iradesiyle yapacağı seçime bağlamıştır.

    42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
    (Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).

    29/ANKEBÛT-5: Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve huves semîul alîm(alîmu).
    Kim Allah’a mülâki olmayı (hayattayken Allah’a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah’ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah’a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.

    Fâtır Suresin 18.âyet-i kerimesinde de ruhun Allah’a dönüşünün nefsin tezkiyesine paralel gerçekleştiği görülmektedir.

    35/FÂTIR-18: Ve lâ tezirû vâziretun vizre uhrâ, ve in ted’u muskaletun ilâ himlihâ lâ yuhmel minhu şey’un ve lev kâne zâ kurbâ, innemâ tunzirullezîne yahşevne rabbehum bil gaybi ve ekâmûs salâh(salâte), ve men tezekkâ fe innemâ yetezekkâ li nefsih(nefsihî), ve ilâllâhil masîr(masîru).
    Ve yük taşıyan birisi (bir günahkâr) başka birinin yükünü (günahını) yüklenmez. Eğer ağır yüklü kimse, onu (günahlarını) yüklenmeye (başkasını) çağırsa bile ondan hiçbir şey yükletilmez, onun yakını olsa dahi. Sen ancak gaybte Rabbine huşû duyanları ve namazı ikame edenleri uyarırsın. Ve kim tezkiye olursa (nefsini tezkiye ederse), o taktirde bunu sadece kendi nefsi için yapar. Ve dönüş (varış) Allah’adır (Nefs tezkiyesi ile ruh Allah’a döner, ulaşır).

    Kişinin Allah’a ulaşmayı dilemesiyle başlayan manevî tekâmül 7 safhada gerçekleşir.

    1. Allah’a ulaşmayı dilemek
    2. Mürşide tâbiiyet
    3. Ruhun Allah’a teslimi (1.teslim)
    4. Fizik vücudun Allah’a teslimi (2.teslim)
    5. Nefsin Allah’a teslimi (3.teslim
    6. İrşad olmak
    7. İradenin Allah’a teslimi (4.teslim) İşte bu 7 safha ve 4 teslim, Kur’ân’ın bütününü oluşturmaktadır. Allah’a ulaşmayı dilemedikçe hiç kimsenin kurtuluşa ulaşması söz konusu değildir. Allahû Tealâ Yûnus-7 ve 8’de Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin cehenneme gideceğini açık ve net olarak ifade etmiştir.

    10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
    Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.

    10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
    İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).

    O halde kişinin serbest iradesiyle yapacağı bir kalbî dilek, cennetin ve cehennemin tek ayırıcadır. Allahû Tealâ Allah’a ulaşmayı dileyen kişiyi, Şûrâ-13’e göre mutlaka Kendisine ulaştıracaktır. Bundan sonraki takva kademeleri, kişinin kendi gayretine bağlı olarak gelişecektir.

    ŞEYTAN NEDEN SIRATI MUSTAKÎM’İN ÜZERİNE OTURACAĞINI VAAD ETMİŞTİR?

    Allahû Teala insanın fizik bedenini (organik salsalinden) halk edip (yaratıp), nefsini dizayn (sevva) ettikten ve ona Kendi Ruh'undan üfürdükten sonra, huzurundakilere Hz. Âdem'e Allah'ın emanetini taşıma şerefine nail olduğu için SECDE emrini vermiştir. Bütün melekler ve cinler emre itaat ettikleri halde, cin taifesinden olan İblis emre asi gelmiştir.

    7/A'RÂF-11: Ve lekad halaknâkum summe savvernâkum summe kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), lem yekun mines sâcidîn(sâcidîne).
    Ve andolsun ki; sizi Biz yarattık. Sonra size suret (şekil) verdik. Sonra meleklere: “Âdem (A.S)’a secde edin.” dedik. İblis hariç, secde ettiler. O, secde edenlerden olmadı.

    7/A'RÂF-12: Kâle mâ meneake ellâ tescude iz emertuke, kâle ene hayrun minhu, halaktenî min nârin ve halaktehu min tîn(tînin).
    (Allahû Tealâ) şöyle buyurdu: “Sana (secde etmeyi) emrettiğim zaman, seni secde etmekten men eden nedir?” İblis: “Ben ondan hayırlıyım,beni ateşten ve onu nemli topraktan (balçıktan) yarattın.” dedi.

    7/A'RÂF-13: Kâle fehbit minhâ fe mâ yekûnu leke en tetekebbere fîhâ fahruc inneke mines sâgirîn(sâgirîne).
    (Allahû Tealâ): “Öyleyse oradan in! Artık orada senin kibirlenmen olmaz. Hemen oradan çık. Muhakkak ki, sen alçaklardansın.” buyurdu.

    7/A'RÂF-14: Kâle enzırnî ilâ yevmi yub'asûn(yub'asûne).
    (Şeytan): “Beas gününe (dirileceğimiz güne, kıyâmet gününe) kadar bana izin (mühlet) ver.” dedi.

    7/A'RÂF-15: Kâle inneke minel munzarîn(munzarîne).
    (Allahû Tealâ): “Muhakkak ki sen izin (mühlet) verilenlerdensin.” buyurdu.

    7/A'RÂF-16: Kâle fe bimâ agveytenî le ak'udenne lehum sırâtekel mustekîm(mustekîme).
    (İblis): “Bundan sonra, beni azdırman sebebiyle, mutlaka Senin Sıratı Mustakîmin'e onlara karşı (mani olmak için) oturacağım.” dedi.

    7/A'RÂF-17: Summe le âtiyennehum min beyni eydîhim ve min halfihim ve an eymânihim ve an şemâilihim, ve lâ tecidu ekserehum şâkirîn(şâkirîne).
    Sonra, elbette onlara, önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından geleceğim ve onların çoğunu şükredenlerden bulmayacaksın.

    7/A'RÂF-18: Kâlehruc minhâ mez'ûmen medhûrâ(medhûren), le men tebiake minhum le emleenne cehenneme minkum ecmaîn(ecmaîne).
    (Allahû Tealâ): “Kınanmış (hor görülmüş) ve kovulmuş olarak oradan çık!” dedi. “Elbette onlardan kim sana tâbî olursa, mutlaka sizin hepinizden cehennemi (tamamen) dolduracağım.”

    Oysaki A’raf-11’deki SECDE emri insana değil, insanda Allah’ın emaneti olan ruhadır. Ama İblis bunu bildiği halde fizik bedenleri mukayese ederek emre asi gelmiştir. Ve âdemoğluna o günden başlayan bir düşmanlığı kıyâmete kadar devam ettireceğine dair söz vermiş, Sıratı Mustakîm’in üzerine oturarak, insanları Allah’ın yolundan men edeceğine yemin etmiştir.

    Dînin temeli hidayettir ve kişiyi hidayete erdirecek olan gördük ki Sıratı Mustakîm üzere olmasıdır. Bunu bilen İblis, Sıratı Mustakîm’in üzerine oturarak insanlığa en büyük oyununu oynamış ve ne yazık ki milyonlarca insan bu tuzağın içine düşmüştür. Şeytan insanlara Allah’a istikametlenmiş yolu unutturmuş ve İslâm âlemini rotası belli olmayan bir DOĞRU YOL kalıbı içerisinde oyalamış ve aldatmıştır. Bunun nedeni, insanların hidayetine mani olmak ve kendisiyle birlikte bütün insanlığı cehenneme sürüklemektir. Ve ne yazık ki vaadini yerine getirmiştir.

    34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mûminîn(mûminîne).
    Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü’minleri oluşturan bir fırka (Allah’a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.

    6/EN'ÂM-153: Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûhu, ve lâ tettebiûs subule fe teferraka bikum an sebîlihi, zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne).
    Ve muhakkak ki; bu, Benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve (başka) yollara tâbî olmayın ki; o taktirde sizi, onun yolundan ayırır. İşte böyle size onunla vasiyet etti(emretti). Umulur ki böylece siz takva sahibi olursunuz.

  • HİDAYETİ GİZLEMEYİN! GİZLETMEYİN!