6/EN'ÂM-87 İÇİN ANALİZ
وَمِنْ آبَائِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَإِخْوَانِهِمْ وَاجْتَبَيْنَاهُمْ وَهَدَيْنَاهُمْ إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
Ve min âbâihim ve zurriyyâtihim ve ihvânihim, vectebeynâhum ve hedeynâhum ilâ sırâtın mustekîm(mustekîmin).
1. | ve min âbâi-him | : ve onların babalarından, atalarından |
2. | ve zurriyyâti-him | : ve onların zürriyetlerinden, nesillerinden |
3. | ve ihvâni-him | : ve onların kardeşlerinden |
4. | ve ictebeynâ-hum | : ve onları seçtik |
5. | ve hedeynâ-hum | : ve onları hidayet ettik, ulaştırdık |
6. | ilâ sırâtın mustekîmin | : Sıratı Mustakîm'e |
**** İŞTE YİNE BAŞROLDE İBLİS ve HİZMETKÂRLARI
VE İŞTE YİNE SAHNEDE İBLİSİN KURNAZ TAKTİĞİ!!!
KULAKTAN KULAĞA KELİME OYUNU!!!
Kur’ân-ı Kerim’in bir tek âyetini dahi değiştiremeyeceğini çok iyi bilen iblis, çareyi İslâm âlemine Kur’ân-ı Kerim’i unutturmakta buldu ve bakın bunu nasıl başardı?
Kur’ân-ı Kerim âyetleri ile amel etmek yerine, falanca âlimin falancadan rivayet ettiği kulaktan dolma sözlere itibar edenler!!!
SİZ HİÇ KULAKTAN KULAĞA OYNADINIZ MI?
Eğer oynamadı iseniz, hadi gelin küçücük bir deney yapalım sizlerle! Çok değil, yan yana oturmuş birkaç kişi yeterli bu deney için. Oyunun en başındaki kişi bir cümle kursun, kolay anlaşılır bir cümle ve hemen yanındakinin kulağına fısıldayarak söylesin o cümleyi. O hemen yanındakine söylesin, o onun yanındakine… Derken en sondaki kişi kulağına fısıldanan cümleyi sesli söylesin sonra... Ve bir bakın bakalım, ilk söylenenle son söylenen arasında neler değişmiş?
İşte dînde asırlardır süregelen korkunç BİR SAHTEKÂRLIK!
Allah’ın âyetlerinin aslî mânâsı kurnaz kelime oyunlarıyla yok edildi. Ve sonuç: Kur’ân unutuldu, unutturuldu.
Ne o? Yoksa “Hayır, olamaz” mı diyorsunuz? İşte ispatı:
25/FURKÂN-30: Ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmîttehazû hâzel kur’âne mehcûrâ(mehcûran). Ve resûl: “Ey Rabbim! Muhakkak ki benim kavmim, bu Kur’ân’dan ayrıldı (Kur’ân’ı terketti).” dedi.
Hepimizin evinde sırma işlemeli kılıflarda sakladığımız bir Kur’ân var evet… Peki, ama hani hayatınızın neresinde Allah’ın kelâmı? O son derece itina ile sakladığınız Kur’ân-ı Kerim hayatınızın neresinde sevgili kardeşlerimiz?
Allahû Tealâ’nın tüm zamanlara bir mutluluk rehberi, bir mutluluk reçetesi ve aynı zamanda bir mutluluk garantisi olarak indirdiği yegâne furkanın hükümleri sizin için ne ifade ediyor?
Daha ne kadar, “Falanca demişmiş ki, falancadan rivayet edilmişmiş ki...” gibi doğruluğunu Kur’ân’la ispat edemediğiniz kulaktan dolma sözlerle, -mış’larla, -miş’lerle zaman harcayacaksınız?
Kur’ân-ı Kerim’e tamamen aykırı olmasına rağmen, size gerçekmiş gibi dayatılan uydurma hadîslerle ve dahası kelime oyunlarıyla aslından saptırılan bir dîn öğretisi ile amel ettiğinizin farkında değil misiniz hâlâ?
Peki ya sizi kurtuluşa erdirecek bütün Kur’ân kavramlarının, zaman içerisinde aslından nasıl saptırıldığını ve de üzerinin örtüldüğünü biliyor musunuz?
Çok değil, aslından saptırılmış tek bir Kur’ân kavramı, tek bir örnek yeter içine düşürüldüğünüz korkunç tuzağın farkına varmanız için. Hadi gelin bakalım sadece bir tanesine hep beraber, hadi gelin dînimizi nasıl katlettiklerini hep beraber görelim.
Çok değil bir tek kelime sevgili kardeşlerimiz!!!
Hani şu kıldan ince kılıçtan keskin Sırat KÖPRÜSÜ var ya!!!
Hani o kimilerinin üzerinden şimşek gibi, kimilerinin yıldırım hızıyla geçeceğine inanılan…
Hani kimilerinin de karşıya geçemeyip üzerinden cehenneme düşeceği o köprüden söz ediyoruz!!!
Bakınız ne yapmış iblis?
Kurtuluşun yegâne kapısı olan bir muhteşem Kur’ân kavramını, yani SIRATI MUSTAKÎM’i, yani o istikamet üzere olan, yani o Allah’a ulaştıran yolu bakın ne hale getirmiş?
Ne mi olmuş?
SIRATI MUSTAKÎM yok edilmiş, yerine SIRAT KÖPRÜSÜ icat olunmuş.
Ne mi olmuş?
İblis sizi Allah’a götürecek olan ALTIN KAPININ üzerine oturmuş!
Nasıl mı? Allah’ın âyetlerinin üzeri kurnazca örtülmüş, falancadan rivayet edilmişler, -mışlar ve -mişler devreye girmiş sevgili kardeşlerimiz! Demişler ki: “Aman ha! Sen Kur’ân’ı anlamazsın, sakın ola derine dalma yoksa aklından olursun. Bak birileri nasılsa yorumlamış, yazmış, çizmiş. Çok istiyorsan onları oku öğren.”
O, ALLAH… YARATANIMIZ! Yarattığı insan mahlûkunun mutluluğu için bize bütün bir kâinatı, bize mutluluk kitabını bahşedenimiz!
HİÇ Mİ DÜŞÜNEMİYORSUNUZ EY İSLÂM DÎNİNİN MÜNTESİPLERİ!
YARATAN, yarattığı insan mahlûku aklını yitirsin diye mi indirdi Kur'ân-ı Kerim'ini?
O tüm zamanların HİDAYET REHBERİ, MUTLULUK REÇETESİ bir süs sandığında saklanmak üzere mi, duvarlara süslü kılıflarla asılsın diye mi bahşedildi sizlere?
Böyle bir safsataya nasıl inanırsınız? Nasıl korkarsınız Kur’ân-ı Kerim’i anlamaya çalışmaktan, araştırmaktan, incelemekten, dahası yaşamaktan...
EY SEVGİLİ KARDEŞLERİMİZ! ARTIK UYANIN, UYANDIRIN ARTIK!!!
Sizler dîninizi yaşadığınızı zannederek, aslında gayy yoluna (cehennem yoluna) istikametlenmiş bir ömür tüketiyorsunuz!!!
İblisin AKLINIZI NASIL KONTROL ALTINA aldığını, sizlere neleri DİKTE ettiğini, bir anlık akli selim düşündüğünüzde sizi hayrete düşürecek o safsatalara nasıl kandığınızı görün artık.
VAKTİNİZ DARALIYOR ANLAMIYOR MUSUNUZ?
Ne zaman duyacaksınız sesimizi? Sizleri bu gaflet uykusundan uyandırabilmek için ortaya koyduğumuz bunca hakikati daha ne kadar görmezden geleceksiniz? Her geçen gün hazin sona biraz daha yaklaştığınızın farkında değil misiniz?
Bakınız Allahû Tealâ: “Kâle hâzâ sırâtun aleyye mustekîm(mustekîmun).” diyor. Yani? Yani, “İşte bu, Bana yönlendirilmiş (Bana ulaştıran) yoldur.” diyor Hicr-41’de.
Ama dîni öğretmekle vazifeli olanlar, nedense Sıratı Mustakîm kavramını yok ederek, Allah’ın âyetlerine kendilerince değiştirmeyi UYGUN BULUYOR!
İŞTE YİNE BİR HİDAYET ÂYETİ VE İŞTE YİNE BİR KORKUNÇ TUZAK!!!
İŞTE EN’ÂM-87, İŞTE YİNE SAHNEDE İBLİS VE AVANESİ!!!
Bakınız Allahû Tealâ ne diyor sevgili kardeşlerimiz? Diyor ki:
6/EN'ÂM-87: Ve min âbâihim ve zurriyyâtihim ve ihvânihim, vectebeynâhum ve hedeynâhum ilâ sırâtın mustekîm(mustekîmin). Ve onların babalarından, zürriyetlerinden (nesillerinden) ve kardeşlerinden onları seçtik. Ve onları Sıratı Mustakîm'e (Allah'a ruhu ulaştıran yola) hidayet ettik (ulaştırdık).
“Onların babalarından, zürriyetlerinden (nesillerinden) ve kardeşlerinden onları seçtik. Ve onları Sıratı Mustakîm'e (Allah'a ruhu ulaştıran yola) hidayet ettik (ulaştırdık).”
Ve lâkin ne hazin bir tecellidir ki şeytanın uşaklığını yapanlar boş durmuyor! Bir kısmı dînini bilmeyenlerden, bir kısmı bilerek gizleyenlerden oluşan ve âlim geçinen insanlar mealler yazarak, “Allah’a ulaştıran yol” kavramını bir çırpıda “doğru yol” olarak değiştiriveriyorlar!
İşte size bir kelime oyunu… Sıratı Mustakîm, bir yoldur evet ama nereye ulaştıran bir yol?
İlk bakıldığında size masumane gelen bu kelime oyunu korkunç bir sonu hazırlamış sevgili kardeşlerimiz!
NE Mİ OLUYOR? ALLAH’IN HİDAYETİ İŞTE BÖYLE KURNAZ BİR TAKTİKLE UNUTTURULUYOR.
Bir yol evet, ama rotası belli olmayan belirsiz bir yol... Nerede Allah’a bu dünya hayatında ulaşmak, nerede Allah’a götüren Sıratı Mustakîm? Nerede Allah’a ulaştıranlar?
Hani tıpkı o SIRAT KÖPRÜSÜ yalanını uydurdukları gibi...
Hani tıpkı Hidayet kavramını, takvayı, irşadı, mürşidi, teslimleri unutturdukları gibi...
İşte En’âm-87 ve daha bir çok âyet-i kerimede geçen “Sıratı Mustakîm” kavramında da böyle bir kandırmaca, böyle bir kara kelime oyunu yapıverelim demiş, şeytan ve hizmetkârları.
Sonuç mu? Sonuç HÜSRAN sevgili kardeşlerimiz! Bugün dünyanın dört bir yanda insanlar nefretin, zulmün, aldanışın esiri olmuş durumda, her yerde kan dökülüyor, her yerde dehşet veren, tüyler ürperten olaylar yaşanıyor. Mutluluktan bihaber yaşayan zavallı insanlar topluluğu, bununla kalmayıp korkunç bir cehennem karanlığına sürükleniyor. Bu hazin tablonun bir tek sebebi var sevgili kardeşlerimiz! Bir tek sebep: Allah’ı, Allah’ın davetini unutmak.
Seçim sizin sevgili kardeşlerimiz! Eğer kendinizi bu dipsiz karanlıktan kurtarmak istiyorsanız, yapmanız gereken tek bir şey var: Allah’tan Allah’ı dilemek ve Allah’ın Kur’ân-ı Kerim’ini onu bilenlerden, yani zikir ehlinden, yani daimî zikre ulaşmış olan Hakk dostlarından öğrenip hayatınıza geçirmek.
ÇOK ZOR BİRŞEYDEN Mİ BAHSEDİYORUZ SİZLERE?
Bir tek dilek ve ebedî kurtuluş diyoruz. Ama lütfen dikkat edin! Biz demiyoruz Kur’ân öyle söylüyor.
Biz söylemiyoruz sevgili kardeşlerimiz, Allah öyle söylüyor.
Üzülerek ifade etmek istiyoruz ki size dîn diye dayatılan hurafeler sebebiyle Allah’ın hakikatlerinden, Kur’ân-ı Kerim’den bîhaber yaşıyorsunuz. Gelin sevgili kardeşlerimiz, gelin iblisin asırlardır süregelen bu kara oyununu artık bozalım. Gelin bir hidayet âyetinde daha nasıl aldatıldığımızı, kimlerin hangi kara emeli için âyetlerin gerçek mânâsını gizlediğini, bu kez de En’âm Suresinin 87.âyet-i kerimesinde gözler önüne serelim.
***
6/EN'ÂM-87: Ve min âbâihim ve zurriyyâtihim ve ihvânihim, vectebeynâhum ve hedeynâhum ilâ sırâtın mustekîm(mustekîmin). Ve onların babalarından, zürriyetlerinden (nesillerinden) ve kardeşlerinden onları seçtik. Ve onları Sıratı Mustakîm'e (Allah'a ruhu ulaştıran yola) hidayet ettik (ulaştırdık).
Kur’ân-ı Kerim’in temeli hidayettir ve hidayetten murat, eşref-i mahlûkat olan insanın mutluluğudur. Ve bu mutluluğu yaşamak, ancak ve ancak Kur’ân’ın bütününe tâbî olmakla mümkündür.
Allahû Tealâ’nın her bir âyet-i kerimesi bizleri Kur’ân’ın bütününe, yani Allah’ın hepimizin üzerine farz kıldığı 7 safha 4 teslime, yani hidayete, yani mutluluğa götürmektedir.
İslâm = Teslim = Hidayet = Mutluluk
Konuyu hangi cepheden ele alırsak alalım, bizi götüreceği tek sonuç vardır: KESİNTİSİZ MUTLULUK. Yani KUR’ÂN’DAKİ İSLÂM. Yani ruhun, fizik vücudun, nefsin ve iradenin Allah’a teslimi.
İşte bu 4 temel hedef, dînin bütününu ihtiva etmektedir. Raporumuzun konusu olan En’âm Suresinin 87.âyet-i kerimesi de bu bütünü muhtevasında barındıran bir muazzam hidayet âyetidir. Ve ne yazık ki bütün diğer hidayet âyetleri gibi bu âyetin de üzeri, Allah’ın hakikatlerini gizlemek isteyenlerin ustaca oynadığı kelime oyunu ile örtülmüştür.
7 safha 4 teslimden oluşan Kur’ân’daki İslâm’ın yaşanması ancak ve ancak Sıratı Mustakîm üzere olmakla mümkündür. Bu gerçeği çok iyi bilen iblis ve avanesi, Sıratı Mustakîm üzerine oturarak insanları Allah’ın yolundan men etmişlerdir. A’râf Suresinin 16. ve 17.âyet-i kerimelerinde insanların Sıratı Mustakîm’inin üzerine oturacağını vaad eden iblis, Sebe Suresinin 20.âyet-i kerimesinde açıkça görüldüğü üzere bu vaadini ne yazık ki korkunç bir taktikle yerine getirmiştir.
7/A'RÂF-16: Kâle fe bimâ agveytenî le ak'udenne lehum sırâtekel mustekîm(mustekîme). (İblis): “Bundan sonra, beni azdırman sebebiyle, mutlaka Senin Sıratı Mustakîmin'e onlara karşı (mani olmak için) oturacağım.” dedi.
7/A'RÂF-17: Summe le âtiyennehum min beyni eydîhim ve min halfihim ve an eymânihim ve an şemâilihim, ve lâ tecidu ekserehum şâkirîn(şâkirîne). Sonra, elbette onlara, önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından geleceğim ve onların çoğunu şükredenlerden bulmayacaksın.
34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mûminîn(mûminîne). Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü’minleri oluşturan bir fırka (Allah’a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.
İşte bugün ülkemizde mevcut olan tüm Kur’ân-ı Kerim meallerinde Sıratı Mustakîm kavramı da tıpkı hidayet kavramı gibi bir doğru yol kalıbının içine sokulmuş, rotası, aslî hüviyeti tamamen yok edilmiştir.
Allahû Tealâ, En’âm Suresinin 87.âyet-i kerimesinde insanlardan bir kısmını seçtiğini ve o seçtiklerini Sıratı Mustakîm’e hidayet ettiğini açıkça ifade etmektedir. Bu âyet-i kerimenin künhüne varabilmek için evvelâ aşağıdaki sualleri Kur’ân-ı Kerim ışığında irdelemek lâzımdır.
- Allah’ın seçtikleri kimlerdir?
- Sıratı Mustakim nedir?
- Kimler, nasıl Sıratı Mustakîm’e hidayet edilir?
- Sıratı Mustakîm’in hidayetle ilişkisi nedir?
ALLAH KİMLERİ SEÇER?
Kâinatın neresinde, hangi şartlar içerinden olursa olsunlar, bütün insanlar Allahû Tealâ tarafından hanif dînini yaşayabilecek olan standartların sahibi kılınmışlardır. Allahû Tealâ’nın “EL ADL” esması gereğince hiç kimseye haksızlık yapması söz konusu değildir. Her devirde her kavimde ardı arkası kesilmeksizin Allah’ın hidayetçileri gönderilmiş ve onlara Allah’ın davetini tebliğ etmişledir. Bir insan kutuplarda tek başına yaşıyor olsa dahi, hanif fıtratı sebebiyle Allah’ı arayacak ve O’na ulaşabilecek bir muhtevaya sahiptir. Kaldı ki Allahû Tealâ yarattığı mahlûkatı içinde en çok insana değer vermiş ve bütün bir kâinatı insanın emrine musahhar kılmıştır.
İşte en sevgili mahlûku olarak yarattığı insan için Allah’ın tek dileği, insanın mutluluğudur ve bunu tek şarta bağlamıştır: Allah’a kul olmak. 28 basamaklık bir dizaynda 7 safha ve 4 teslimden ibaret olan Allah’a kul olma müessesesinin başlangıç noktası ise mutlak surette Allah’a ulaşmayı kalben dileyerek Allah’ın davetine icabet etmektir. Bu minval üzere Allahû Tealâ insanların bir çoğunu seçer. Seçmedikleri kendileri Allah’a ulaşmayı dilemedikleri gibi başkalarını da Allah’ın yolunda men edenler, yani yeryüzünde şeytanın görevini görenler, dünyevi çıkarları uğruna iblisin yardımcıları olmayı seçenlerdir. Bu insanların dışındaki herkesi Allah seçer ama bir kaidesi vardır: Seçtikleri içinden kim Allah’a yönelirse, yani münîb olursa, yani Allah’a ulaşmayı dilerse Allah onları Kendisine ulaştıracağına dair garanti vermiştir.
42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu). (Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
“Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).”
Âyet-i kerimeden de açıkça anlaşıldığı üzere Allahû Tealâ insan mahlûkuna serbest irade vermiş ve Kur’ân’daki İslâm’ın yaşanmasını kişinin kendi iradesiyle yapacağı seçime bağlamıştır. Dileyen gayy yolunu dileyen rüşd yolunu seçecektir.
76/İNSÂN (DEHR)-3: İnnâ hedeynâhus sebîle immâ şâkiren ve immâ kefûrâ(kefûren). Muhakkak ki Biz, onu (Allah’a ulaştıran) yola hidayet ettik. Fakat o, ya (Allah’a ulaşmayı diler) şükreden olur, ya da
(Allah’a ulaşmayı dilemez) küfreden olur.
73/MUZZEMMİL-19: İnne hâzihî tezkirah(tezkiretun), fe men şâettehaze ilâ rabbihî sebîlâ(sebîlen). Muhakkak ki bu, hatırlatmadır (öğüttür). Artık kim dilerse, Rabbine (ölmeden önce ruhunu) ulaştıran bir yol ittihaz eder (yol edinir).
Öyleyse Allahû Tealâ tarafından seçilen insanların da kendi serbest iradeleri ile bir seçim yapması söz konusudur. Kişiyi Allah’a ulaştıracak olan anahtar, onun kalbinde oluşacak gerçek bir taleptir. Şûrâ-13 bu minval üzere, Allahû Tealâ’nın insanlığa bir müjdesidir; Allah’a ulaşmayı dileyen herkesi Kendisine ulaştıracağının bir garantisidir.
Bu dilek bizi nereye götürür?
Allah’ın seçtikleri arasından her kim Allah’a yönelirse, bu yöneliştir ki onu 28 basamaklık İslâm merdiveninde sıfır noktasından alarak Allah’ın en üst boyuttaki evliyalarından olmaya götürür. Bu dilek varsa, ancak Allah’ın temel emri olan 7 safha 4 teslimi yaşamak söz konusudur.
Unutulmamalıdır ki, Allah’ın insanları seçmesi insanın kurtuluşu için fonksiyonel bir anlam ifade etmemektedir. Seçilenler arasından kim Allah’a ulaşmayı dilerse o kişi Kur’ân’daki İslâm’ın yaşanması için ilk adımı atmıştır.
Kur’ân-ı Kerim’e göre bir tek dilek; ölmeden evvel Allah’a ulaşmayı dilemek; cennetin anahtarı, cehennemin de kilididir. Aynı zamanda kişinin hidayete adım attığı noktadır. Ve hepimizin üzerine farzdır.
30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne). O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.
Kim kalbî bir dilekle Allahû Tealâ’ya derse ki: “Ey Yüce Allah’ım! Nasıl bunca ermiş evliyan varsa, ben de onlar gibi ölmeden evvel ruhumu Sana ulaştırmak istiyorum. Ne olur benim de ruhumu Sana ulaştır.” İşte bu dilek, o kişi için cennetin kapısını açan, cehennemin kapısını da sonsuza dek kapatan bir anahtar hüviyetindedir.
Allahû Tealâ kanununu açık ve net olarak ortaya koymuştur. Kişi ölmeden evvel ruhunu Allah’a ulaştırmayı dilediği an, tagutun (insan ve cin şeytanların) kulu olmaktan kurtulmuş ve Allah’ın kulu olmuştur.
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi). Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
SIRATI MUSTAKÎM NEDİR?
Sözlük anlamı itibariyle;
Sırat: Yol
Mustakîm; istikamet üzere olan demektir.
Allahû Tealâ Hicr Suresinin 41.âyet-i kerimesinde Sıratı Mustakîm’in Allah’a istikametlenmiş yol olduğunu açıkça ifade etmektedir.
15/HİCR-41: Kâle hâzâ sırâtun aleyye mustekîm(mustekîmun). Allahû Tealâ şöyle buyurdu: “İşte bu, Bana yönlendirilmiş (Bana ulaştıran) yoldur.”
Fatiha Suresinde Allah’tan talep ettiğimiz o yol ki, bizi Allah’a götürecek olan yegâne yoldur.
O yol ki başlarının üzerine ni’met verilenlerin yolu, o yol ki Sıratı Mustakîm’dir.
1/FÂTİHA-6: İhdinas sırâtel mustakîm(mustakîme). (Bu istiane'n ile) bizi, SIRATI MUSTAKÎM'e hidayet et (ulaştır).
1/FÂTİHA-7: Sırâtallezîne en’amte aleyhim gayril magdûbi aleyhim ve lâd dâllîn(dâllîne). O yol (SIRATI MUSTAKÎM) ki; üzerlerine nimet verdiklerinin yoludur. Üzerlerine gadap duyulmuşların ve dalâlette kalmışların (Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin) yolu değil.
Başlarının üzerine ni’met verilenler, 12 ihsanla Allah’ın kendileri için seçtiği mürşide tâbî olanlardır.
Allahû Tealâ Âli İmrân Suresinim 164.âyet-i kerimesinde Fâtiha Suresindeki ni’metin ne olduğunu açıkça ifade etmektedir.
3/ÂLİ İMRÂN-164: Lekad mennallâhu alâl mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin). Andolsun ki Allah, mü’minlerin (başlarının) üzerine (devrin imamının ruhu) bir ni’met olmak üzere (onların aralarında, kendi kavminin içinde) kendilerinden bir resûl beas eder. Onlara O’nun (Allah’ın) âyetlerini tilâvet eder, onları tezkiye eder ve onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan evvel (Allah'a ulaşmayı dilemeden evvel) onlar gerçekten açık bir dalâlet içinde idiler.
O halde her kim Allah’a ulaşmayı dileyerek kendisini Allah’a ulaştıracak olan mürşidini Allah’tan talep eder ve 12 ihsanla Allah’ın tayin ettiği mürşide tâbî olursa, işte onlar başlarının üzerinde n’imet olanlardır, işte onlar Sıratı Mustakîm’e hidayet olunanlar, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. Kaldı ki yolun sonunda Allah vardır!
53/NECM-42: Ve enne ilâ rabbikel muntehâ. Ve münteha (sonunda dönüş), mutlaka Rabbinedir.
O halde Sıratı Mustakîm gerçekten bir yoldur ama doğru yol değil, bu dünya hayatında Allah’a ulaştıran, bir ucu dünyada diğer ucu Allah’ta olan hidayet yoludur.
Allahû Tealâ hepimizin üzerine Allah’a kul olmayı farz kılmıştır. Ve Allah’a kul olmak ancak ve ancak Sıratı Mustakîm üzere olmakla mümkündür.
36/YÂSÎN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun). Ey Âdemoğulları! Ben, sizlerden şeytana kul olmayacağınıza dair ahd almadım mı? Muhakkak ki o (şeytan), size apaçık bir düşmandır.
36/YÂSÎN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun). Ve Ben, sizden Bana kul olmanıza (dair ahd almadım mı?) Bu da Sıratı Mustakîm (üzerinde bulunmak)tır.
KİMLER NASIL SIRATI MUSTAKÎM’E HİDAYET EDİLİR?
Allahû Tealâ Nisâ Suresinin 175. âyet-i kerimesinde Allah’a yönlendirilmiş olan Sıratı Mustakîm’in “İnsan ruhunu Allah’a ulaştırdığını” açıkça ifade etmektedir. Ve sadece Allah’a sarılanlar, bir diğer ifadeyle Allah’a âmenû olanlar, münîb olanlar, yani Allah’a yönelerek Allah’a ulaşmayı dileyenler Sıratı Mustakîm’e hidayet edilirler.
4/NİSÂ-175: Fe emmâllezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen). Böylece Allah'a âmenû olanları (ölmeden önce ruhunu Allah'a ulaştırmayı dileyenleri) ve O'na (Allah'a) sarılanları ise, (Allah) Kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Kendisine ulaştıran "Sıratı Mustakîm"e hidayet edecektir (ulaştıracaktır).
Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’inde hepimizin Sıratı Mustakîm üzere olmamızı emretmektedir.
6/EN'ÂM-152: Ve lâ takrabû mâlel yetîmi illâ billetî hiye ahsenu hattâ yebluga eşuddehu, ve evfûl keyle vel mîzâne bil kıst(kıstı), lâ nukellifu nefsen illâ vus’ahâ ve izâ kultum fa’dilû ve lev kâne zâ kurbâ, ve bi ahdillâhi evfû, zâlikum vassâkum bihî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne). Yetimin malına, o en kuvvetli çağına gelinceye kadar, en güzel şekliyle olmadıkça yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı adaletle yerine getirin. Kimseyi gücünün dışında (bir şey ile) sorumlu tutmayız. Söylediğiniz zaman, yakınınız olsa bile, artık adaletle söyleyin. Allah’ın ahdini yerine getirin (ifa edin). Böylece tezekkür edersiniz diye, (Allah) işte böyle, size onunla vasiyet (emir) etti.
6/EN'ÂM-153: Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûhu, ve lâ tettebiûs subule fe teferraka bikum an sebîlihi, zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne). Ve muhakkak ki; bu, Benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve (başka) yollara tâbî olmayın ki; o taktirde sizi, onun yolundan ayırır. İşte böyle size onunla vasiyet etti(emretti). Umulur ki böylece siz takva sahibi olursunuz.
SIRATI MUSTAKÎMİN HİDAYETLE İLİŞKİSİ NEDİR?
İslâm dîninin 4 teslim emrinden ilki olan ruhun bu dünya hayatını yaşarken Allah’a döndürülmesi, Sıratı Mustakîm üzerinden gerçekleşen bir vetiredir. Ruh, Sıratı Mustakim üzerindeki seyr-i süluk adı verilen yolculuğunu tamamladığında Allah’a ulaşır ve Allah’ın Zat’ında yok olur. İşte bu, Kur’ân-ı Kerim’in temeli olan hidayet müessesesidir. Hidayet, yaşarken bir insanın ruhunun Allah’a ulaşmasıdır.
3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâu, vallâhu vâsiun alîm(alîmun). Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).
2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve le initteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin). Ve sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de
hristiyanlar senden asla razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a
ulaşmak (Allah’ın kendisine ulaştırması) işte o, hidayettir.” .
Sana gelen ilimden sonra eğer gerçekten onların
hevalarına uyarsan, senin için Allah’tan bir dost
ve bir yardımcı yoktur.
Bu iki âyet-i kerimede de açıkça ifade edildiği gibi hidayet; ölmeden evvel ruhun Allah’a ulaşmasıdır. Fakat ne yazık ki dînin olmazsa olmazı olan bu ana kavram da tıpkı Sıratı Mustakîm kavramı gibi ülkemizde bulunan tüm Kur’ân-ı Kerim meallerinde “doğru yol” olarak tercüme edilmiştir. Allah’a ulaşmak farziyetinin ortadan kalkmasıyla, Kur’ân’daki İslâm’ın bütün hedef emirleri de unutulmuş; 14 asır evvel yaşanan İslâm’dan geriye sadece İslâm’ın 5 şartı kalmıştır.
Oysaki Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’inde bütün insanlığı tek bir hedefe, sadece Kendi Zat’ına davet etmektedir (Ra’d-14, Yûnus-25).
13/RA'D-14: Lehu da’vetul hakk(hakkı), vellezîne yed’ûne min dûnihî lâ yestecîbûne lehum bi şey’in illâ kebâsitı keffeyhi ilâl mâi li yebluga fâhu ve mâ huve bi bâligıhî, ve mâ duâul kâfirîne illâ fî dalâl(dalâlin). Hakkın daveti O’nadır (Kendisinedir, Allah’adır). O'ndan başkasına davet ettikleri (şeyler), onlara bir şeyle icabet etmezler. Onlar ancak suya, onun ağzına, suyun ulaşması için avucunu açmış kimse gibidir. O (su), ona ulaşacak değildir. Ve kâfirlerin daveti, dalâletten (su nasıl onların ağızlarına ulaşamıyorsa, dalâlette
olanlar da hidayete ulaşamaz) başka bir şey değildir.
10/YÛNUS-25: Vallâhu yed'û ilâ dâris selâm(selâmi), ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin mustekîm(mustekîmin). Ve Allah, teslim (selâm) yurduna davet eder ve (teslim yurduna, Zat'ına ulaştırmayı) dilediği kimseyi, Sıratı Mustakîm'e ulaştırır.
Hiç kimse Sıratı Mustakîm üzere olmadıkça bu hedefe ulaşamayacaktır.
Kim Sıratı Mustakîm üzerindeyse o kişi hidayet üzeredir.
En’âm Suresinin 87. ve 88. âyet-i kerimelerinde sadece Sıratı Mustakîm üzere olanların Allah’a ulaşabilecekleri net olarak ifade edilmektedir.
6/EN'ÂM-87: Ve min âbâihim ve zurriyyâtihim ve ihvânihim, vectebeynâhum ve hedeynâhum ilâ sırâtın mustekîm(mustekîmin). Ve onların babalarından, zürriyetlerinden (nesillerinden) ve kardeşlerinden onları seçtik. Ve onları Sıratı Mustakîm'e (Allah'a ruhu ulaştıran yola) hidayet ettik (ulaştırdık).
6/EN'ÂM-88: Zâlike hudallâhi yehdî bihî men yeşâu min ibâdihî, ve lev eşrakû le habita anhum mâ kânû ya’melûn(ya’melûne). İşte bu Allah’ın hidayetidir. Kullarından dilediğini onunla hidayete erdirir. Ve eğer şirk koşsalardı, elbette yapmış oldukları şeyler heba olurdu (boşa giderdi).
****6/EN'ÂM-87 ÂYETİNDE HİDAYET NASIL GİZLENMİŞTİR? Kimileriniz hatırlayacaktır, raporlarımıza başladığımızda demiştik ki: "Ülkemizde üç tip dîn adamı vardır!"
- Şıracılar; dünyevî çıkarlar için Kur'ân meâli hazırlayan, bunu yaparken âyetlerin anlamlarını meâllerinde değiştirmekten çekince duymayan dîn adamlarımızdır. Hidayeti gizleyenler raporları ile bu dîn adamlarımız hakkında hepimiz belli ölçüde fikir sahibi olmuş durumdayız.
- Bozacılar: Kur'ân meali hazırlamamış, ancak çeşitli kitaplar yazmış ve bunları pazarlamak için televizyonlarda bolca boy gösteren güzide dîn adamlarımızdır. Sorulan her 3 sorudan birisine muhakkak "falanca kitabımızda bu konuya değinmiştik" diyerek söze başladıkları anda, onları tanırsınız.
- Allah'tan korkanlar: Sakın onlar yok zannetmeyin, hamdolsun ki hâlâ varlar. Genelde İlâhiyat Fakültelerimizde öğretim görevlisi olan bu dîn adamlarımız "Tasavvuf" derslerinde evliyaların hayatlarını anlatmakta, örneğin Yunus Emre'nin Allah'a duyduğu aşkı dile getirmektedirler. Onları pek tanımamamızın nedeni, spekülasyonlardan uzak bir yaşama sahip oldukları için genelde "reyting" alamamalarındandır.
Yine kimileriniz hatırlayacaktır, “Aman, dikkat!” demiştik, “Bir kişinin Kur’ân Meâli yazmış olması veya Tv’lerde ahkam kesmesi onun ne Kur’ân bilgisini gösterir ne de Kur’ân’ı hayatına tatbik edip etmediğini...”
Gelin bu iddiamızı herkesin kendi elleriyle yazdığı Kur’ân Meâlleri ile ispat edelim.
Fatîha-6’dan hatırlayalım: “Fatîha Suresinin 6. âyetinde "h-d-y: hidayet" kökünden türeyen "ihdi" kelimesi "hidayete ermek" fiilinin emir kipidir, "ulaştır" anlamına gelir. Dikkat ederseniz, bu âyette hidayeti gizlemiş olan dîn adamlarımızın dahi neredeyse tümünün "ihdi" kelimesini, "ulaştır, ilet, eriştir, hidayet et/eyle" gibi doğru olarak tercüme ettiklerini görebilirsiniz.”
Şimdi En’âm-87’de sağlamasını yapalım: “Bu âyette "h-d-y: hidayet" kökünden türeyen "hedey-nâ: biz ulaştırdık" kelimesini, neredeyse tüm mütercimlerimizin "sevkettik, ilettik, hidayet ettik, eriştirdik, götürdük, kavuşturduk" şeklinde doğru tercüme ettiklerini görebilirsiniz.”
Bu âyette hidayetin nasıl gizlendiğini anlamak için; sayın Abdulbaki Gölpınarlı, Adem Uğur, Ahmed Hulusi, Ahmet Tekin, Ahmet Varol, Ali Bulaç, Ali Fikri Yavuz, Bekir Sadak, Celal Yıldırım, Diyanet İşleri, Diyanet İşleri (eski), Diyanet Vakfi, Edip Yüksel, Elmalılı Hamdi Yazır, Elmalılı (sadeleştirilmiş), Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2), Fizilal-il Kuran, Gültekin Onan, Hasan Basri Çantay, Hayrat Neşriyat, İbni Kesir, Muhammed Esed, Ömer Nasuhi Bilmen, Ömer Öngüt, Şaban Piriş, Suat Yıldırım, Süleyman Ateş, Tefhim-ul Kuran, Ümit Şimşek, Yaşar Nuri Öztürk, Abdullah Aydın, Ahmet Davudoğlu, Ali Arslan, Arif Pamuk, Ayntabî Mehmet Efendi, Bahaeddin Sağlam, Diyanet Vakfı (1993), Hasan Tahsin Feyizli, Hüseyin Atay, Yaşar Kutluay, Hüseyin Kaleli, İsmail Mutlu, Şaban Döğen, Mustafa İslamoğlu, Nedim Yılmaz, Ömer Rıza Doğrul, Talat Koçyiğit, Ziya Kazıcı, Necip Taylan hocalarımızın hepsine Allah’ın huzurunda bir soru soralım:
Acaba TEK BAŞINA “hedey-nâ-hum(¹): Biz onları ulaştırdık” anlamına gelen bir kelime grubuna, 15/HİCR-41(²)’de Allahû Tealâ’nın muhkem (KESİN HÜKÜMLÜ) olarak “İşte bu Bana (Allah’a) ulaştıran yoldur” dediği “Sıratı Mustakîm: Allah'a ulaştıran yol” kelimeleri eklenir ise, bu durumda bu âyette yer alan “hedey-nâ-hum ilâ sırâtın mustekîm” ifadesi nasıl olur da “Biz onları Allah’a ulaştıran yola ulaştırdık” dışında bir ifade ile tercüme edilebilir?
(¹) Kelimelerin sonuna eklenen “-na” takısı eklendiği kelimeye “biz”, “-hum” takısı eklendiği kelimeye “onları” anlamını katmaktadır.
(²)
15/HİCR-41: Kâle hâzâ sırâtun aleyye mustekîm(mustekîmun). Allahû Tealâ şöyle buyurdu: “İşte bu, Bana yönlendirilmiş (Bana ulaştıran) yoldur.”
- kâle : dedi
- hâzâ : bu
- sırâtun : yoldur
- aleyye : bana
- mustekîmun : istikamet verilmiş, yönlendirilmiş
***
Sayın Profosörlerimiz, sizden en çok öğrenmek istediğimiz konu;
"el hudâ: ulaşmak" ve "Allah" kelimeleri bir araya geldiğinde,
veya
"el hudâ: ulaşmak" ve "sıratun mustakîm: Allah'a ulaştıran yol" ve kelimeleri bir araya geldiğinde;
Acaba Arapça'nın bizim bilmediğimiz hangi kaidesine göre cümleden "Allah" kelimesi düşüyor ve yerine "doğru yol" geliyor?
***
Şıracılarımız ve bozacılarımızdan bu sorulara yanıt alamayacağımızı bildiğimiz için sorularımızın cevaplarını Kur’ân’a sorup, birlikte bulalım sevgili okuyucularımız;
2/BAKARA-79: Fe veylun lillezîne yektubûnel kitâbe bi eydîhim summe yekûlûne hâzâ min indillâhi li yeşterû bihî semenen kalîlâ(kalîlen), fe veylun lehum mimmâ ketebet eydîhim ve veylun lehum mimmâ yeksibûn(yeksibûne). Artık elleriyle (emaniye bilgiler içeren) kitabı yazanların vay haline! Sonra da onu (bu yazdıklarını) az bir bedel karşılığında satmak için: “Bu Allah’ın indindendir.” derler. İşte onlara yazıklar olsun , elleriyle yazdıkları şeylerden dolayı ve yazıklar olsun onlara, kazandıkları şeyler sebebiyle.
2/BAKARA-159: İnnellezîne yektumûne mâ enzelnâ min el beyyinâti vel hudâ min ba’di mâ beyyennâhu lin nâsi fîl kitâbi, ulâike yel’anuhumullâhu ve yel’anuhumul lâinûn(lâinûne). Muhakkak ki, beyyinelerden indirdiğimiz şeyleri ve hidayeti (ölmeden evvel ruhun Allah'a ulaştırılmasını) Kitap'ta insanlara açıklamamızdan sonra gizleyenlere, işte onlara, Allah lânet eder ve lânet ediciler de onlara lânet eder.
**** |