Yazdır | Yazıcı modundan çık

39/ZUMER-71 ÂYETİ İÇİN HİDAYETİN GİZLENMESİ RAPORU

39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne).



****

HİDAYETİN GİZLENDİĞİ MEÂLLER
Yukarıdaki başlık Bakara Suresinin 159. âyetinde "hidayeti gizleyenler" ifadesinden esinlenerek verilmiştir. Hidayetin, insan ruhunun yaşarken Allah'a ulaştırılması olduğu (1. teslim) ve diğer teslimlerin (toplam 4 teslim) gizlenmesi, İblisin bugün ülkemizi de içine alan İslâm Coğrafyasındaki en büyük tuzağıdır. Hidayetin gizlenmesi; tüm insanlığı ebedî cehennem hayatına sürüklediği için Allah'a îmân eden herkesin, yegâne kurtuluş kapısı olan hidayeti muhakkak öğrenmeleri ve dilemeleri gerekmektedir. Bu yazı dizimizde bu paragrafta gördüğünüz tüm ifadeler birer birer âyetlerle ispat edilecektir.


Abdulbaki Gölpınarlı: Ve kâfir olanlar, bölük bölük cehenneme sürülmüştür, oraya geldikleri zaman kapıları açılmıştır da bekçileri onlara, sizin içinizden, Rabbinizin âyetlerini okuyan ve sizi, bugüne kavuşacağınızı söyleyerek korkutan peygamberler gelmedi mi size, derler. Onlar da evet derler ve fakat azap hükmü, hak olmuştur kâfirlere.
Adem Uğur: O küfredenler, bölük halinde cehenneme sürülür. Nihayet oraya geldikleri zaman kapıları açılır, bekçileri onlara: Size, içinizden Rabbinizin âyetlerini okuyan ve bugüne kavuşacağınızı ihtar eden peygamberler gelmedi mi? derler. "Evet geldi" derler ama, azap sözü kâfirlerin üzerine hak olmuştur.
Ali Fikri Yavuz: Kâfir olanlar bölük bölük cehenneme sürülür. Nihayet oraya vardıklarından kapıları açılır ve bekçileri onlara şöyle der: “- Size, içinizden peygamberler gelip de Rabbinizin âyetlerini okumadı mı, sizi bu gününüze kavuşmakla korkutmadı mı?” Onlar “- Evet, geldi. Fakat (Allah’ın kâfirlere olan azab vaadi), azab sözü kâfirler üzerine gerçekleşti.” derler.
Bekir Sadak: Inkar edenler, boluk boluk cehenneme surulur. Oraya vardiklarinda kapilari acilir; bekcileri onlara: «Size icinizden Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugune kavusacaginizi ihtar eden peygamberler gelmedi mi» derler. «Evet geldi» derler. Lakin azap szu inkarcilarin aleyhine gerceklesir.
Celal Yıldırım: Kâfirler bölük bölük Cehennem'e sevkedilir, nihayet oraya vardıklarında Cehennem kapıları açılır. Cehennem bekçileri onlara derler ki: Size, içinizden Rabbınızın âyetlerini okuyan ve bugüne kavuşacağınız hakkında sizi uyaran peygamberler gelmediler mi ? Onlar da : Evet, geldi derler. Ama azâb hükmü kâfirlere hakk olmuştur.
Diyanet İşleri: İnkâr edenler grup grup cehenneme sevk edilirler. Cehenneme vardıklarında oranın kapıları açılır ve cehennem bekçileri onlara şöyle derler: “Size içinizden, Rabbinizin âyetlerini size okuyan ve bu gününüze kavuşacağınıza dair sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?” Onlar da, “Evet geldi” derler. Fakat inkârcılar hakkında azap sözü gerçekleşmiştir.
Diyanet İşleri (eski): İnkar edenler, bölük bölük cehenneme sürülür. Oraya vardıklarında kapıları açılır; bekçileri onlara: 'Size içinizden Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugüne kavuşacağınızı ihtar eden peygamberler gelmedi mi' derler. 'Evet geldi' derler. Lakin azap sözü inkarcıların aleyhine gerçekleşir.
Diyanet Vakfi: O küfredenler, bölük halinde cehenneme sürülür. Nihayet oraya geldikleri zaman kapıları açılır, bekçileri onlara: Size, içinizden Rabbinizin âyetlerini okuyan ve bugüne kavuşacağınızı ihtar eden peygamberler gelmedi mi? derler. «Evet geldi» derler ama, azap sözü kâfirlerin üzerine hak olmuştur.
Elmalılı (sadeleştirilmiş): Kafirler, bölük bölük cehenneme sevkedilmektedir. Nihayet ona vardıklarında kapıları açılacak ve bekçileri onlara: «içinizden size Rabbinizin ayetlerini okuyan ve sizi bugününüzle karşılaşacağınıza dair korkutan peygamberler gelmedi mi?» diye soracaklar, onlar da cevap vereceklerdir «Evet geldi.» Fakat azap kelimesi kafirlerin üzerine hak oldu.
Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2): İnkâr edenler bölük bölük cehenneme sevkedilmektedir. Nihayet oraya vardıklarında kapıları açılır ve bekçileri onlara: «İçinizden size Rabbinizin âyetlerini okuyan, bu gününüzle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?» derler. Onlar da: «Evet geldi» derler. Fakat kâfirler üzerine azab kelimesi hak oldu.
Fizilal-il Kuran: O küfredenler ayrı ayrı bölükler halinde cehenneme sürülür. Oraya vardıklarında kapıları açılır; bekçileri onlara: “Size içinizden Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugüne kavuşacağınızı ihtar eden peygamberler gelmedi mi?” derler. “Evet geldi” derler. Lakin azap sözü kafirlerin üzerine gerçekleşir.
Hasan Basri Çantay: O küfredenler ayrı ayrı zümreler haalinde cehenneme sürüldü. Nihayet oraya geldikleri zaman onun kapıları açıldı. (Cehennemin) bekçileri onlara (şöyle) dedi: «Size içinizden Rabbinizin âyetlerini karşınızda okuyacak, sizi bu gününüze kavuşmakla tehdîd eedcek peygamberler gelmedi mi? Onlar «Evet (geldi)», dedi (ler), fakat azâb kelimesi (biz) kâfirlerin üzerine hak oldu».
Hayrat Neşriyat: İnkâr edenler zümer hâlinde (bölük bölük) Cehenneme sürülmüşlerdir. Nihâyet oraya vardıklarında, kapıları açılır ve bekçileri onlara: 'Size içinizden, Rabbinizin âyetlerini size okuyan ve sizi bu gününüzle karşılaşmaktan korkutan peygamberler gelmedi mi?' der.(Onlar:) 'Evet (geldi)! Lâkin kâfirler üzerine azab sözü hak olmuştur!' derler.
Ömer Nasuhi Bilmen: Ve kâfir olanlar, bölük bölük cehenneme sevkedilmişlerdir. Vaktâ ki oraya geldiler, kapıları açılıverdi ve onlara bekçileri dedi ki: «Size içinizden Rabbinizin âyetlerini okur ve sizi bugününüze kavuşacağınızla korkutan peygamberler gelmedi mi?» Dediler ki: «Evet..» Fakat azap kelimesi kâfirler üzerine hak oldu.
Suat Yıldırım: Kâfirler bölük bölük cehenneme sürülür. Nihayet oraya varıp da kapılar açılınca cehennem bekçileri onlara şöyle sorar: "Size Rabbinizin âyetlerini okuyan ve Allah’ın huzuruna çıkacağınız bu günü bildirerek sizi uyaran peygamberleriniz gelmedi mi?" "Evet geldiler." derler, "fakat kâfirler hakkında azap hükmü kesinleşti, şimdi ne desek boş!"
Tefhim-ul Kuran: Küfredenler, cehenneme bölük bölük sevkedildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, onun kapıları açıldı ve onlara (cehennemin) bekçileri dedi ki: «Size Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugünle karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyarıp korkutan peygamberler gelmedi mi size?» Onlar: «Evet.» dediler. Ancak azab kelimesi kâfirlerin üzerine hak oldu.
Ümit Şimşek: İnkâr edenler bölük bölük Cehenneme sürülür. Oraya vardıklarında, Cehennemin kapıları açılır ve bekçileri onlara sorar: 'İçinizden size Rabbinizin âyetlerini okuyan ve kavuştuğunuz bugün hakkında sizi uyaran peygamberler size gelmedi mi?' Onlar 'Evet, geldi' derler. Ne çare ki, kâfirler hakkındaki azap sözü artık gerçek olup çıkmıştır.


****

İSLÂM'IN TEMEL KAVRAMLARININ DEĞİŞTİRİLDİĞİ MEÂLLER
Meâllerde İslâm'ın temel diğer kavramlarının (takva, nebî-resûl, nefs tezkiyesi, kul, velâyet kademeleri {fenâ, bekâ, züht, muhsin, ulûl'elbab, muhlis, sâlih}, kâfir, îmân, vb.) tefsirlerde ve sözlüklerde mânâları değiştirilmiştir. Bunun doğal sonucu olarak bugün toplumlar temel İslâm kavramlarını öğrenememekte ve Allah ile olan ilişkilerini "Kur'ân'da emredilen standartlarda" geliştirememektedirler.


Ahmed Hulusi: Hakikat bilgisini inkâr edenler de sınıflar hâlinde cehenneme sevkolunmuştur. . . Nihayet oraya geldiklerinde, onun kapıları açıldı ve onun bekçileri onlara: "Sizden, Rabbinizin işaretlerini size bildiren, bu sürece kavuşacağınız hakkında sizi uyaran Rasûller gelmedi mi?" dedi. . . Dediler ki: "Evet". . . Ne var ki, azap sözü, hakikat bilgisini inkâr edenler üzerine gerçekleşmiştir. "
Ahmet Tekin: Kulluk sözleşmesindeki ortak taahhütlerini, Allah’a iman, kulluk ve sorumluluk bilincini şuur altına iterek örtbas edip inkârda ısrar edenler, kâfirler, suçlarına, küfürdeki derecelerine göre Cehennem’e bölük bölük sevkedilir. Cehennem’e geldiklerinde, kapıları açılır. Cehennem’in bekçileri, gelenlere:
'Size, içinizden Rabbinizin âyetlerini okuyan ve bugün hesaba çekilip cezalandırılacağınız konusunda sizi uyaran Rasuller gelmedi mi?' derler.
'Elbette, geldi' derler. Ama hür iradeye, özgürce seçme hakkına sahipken, sana ve Kur’ân’a itibar etmedikleri için, ceza ile ilgili, haklı, gerekçeli hükümlerimiz bu arada uygulanmıştır.
Muhammed Esed: Hakikati inkara şartlanmış olanlar, bölük bölük cehenneme sürüleceklerdir; oraya vardıklarında kapılar açılacak ve muhafızlar onlara, "Aranızdan, size Rabbinizden mesajlar getiren ve sizi bu (Hesap) Günü'ne karşı uyaran elçiler gelmedi mi?" diye soracaklar. Onlar, "Elbette geldiler!" diye cevap verecekler. Ama hakikati inkar edenler için azap (hükmü) çoktan verilmiş olacaktır;

39/ZUMER-71 İÇİN ANALİZ

وَسِيقَ الَّذِينَ كَفَرُوا إِلَى جَهَنَّمَ زُمَرًا حَتَّى إِذَا جَاؤُوهَا فُتِحَتْ أَبْوَابُهَا وَقَالَ لَهُمْ خَزَنَتُهَا أَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِّنكُمْ يَتْلُونَ عَلَيْكُمْ آيَاتِ رَبِّكُمْ وَيُنذِرُونَكُمْ لِقَاء يَوْمِكُمْ هَذَا قَالُوا بَلَى وَلَكِنْ حَقَّتْ كَلِمَةُ الْعَذَابِ عَلَى الْكَافِرِينَ

Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne).

1.vesîka: sürüldü
2.ellezîne: onlar
3.keferû: inkâr ettiler
4.ilâ cehenneme: cehenneme
5.zumeran: zümre zümre
6.hattâ: hatta, olunca
7.izâ: olduğu zaman
8.câu-hâ: ona geldiler
9.futihat: açıldı
10.ebvâbu-hâ: onun kapıları
11.ve kâle: ve dedi
12.lehum: onlara
13.hazenetu-hâ: onun bekçileri
14.e: mi
15.lem ye'ti-kum: gelmedi
16.rusulun: resûller
17.min-kum: sizden, sizin içinizden
18.yetlûne: tilâvet ediyor, okuyor
19.aleykum: size
20.âyâti: âyetler
21.rabbi-kum: sizin Rabbiniz
22.ve yunzirûne-kum: ve sizi uyarırlar
23.likâe: karşılaşma, ulaşma
24.yevmi-kum: sizin gününüz
25.hâzâ: bu
26.kâlû: dediler
27.belâ: evet
28.ve lâkin: ve fakat
29.hakkat: hak oldu
30.kelimetu el azâbi: azap sözü
31.alâ: üzerine
32.el kâfirîne: kâfirler

 

****

“Size, sizin içinizden olan resûller gelmedi mi?”

Kıyâmet günü Allah’ın davetine icabet etmeyenlere cehennemin kapısında sorulacak olan bir sual vardır:

“Size, sizin içinizden olan resûller gelmedi mi?”

39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne).
Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın? (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.

Ey Allah’a ulaşmayı dilemeyenler! Acaba siz o hak gününde bu suale vereceğiniz cevabı hiç düşündünüz mü?

O gün, cehennem bekçileri sizlere bu suali sorduğunda sizler diyeceksiniz ki: “Evet, bize resûl (veya nezir) gelmişti. Fakat biz onu yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmemiştir, siz ancak büyük bir dalâlet içindesiniz, dedik. Ve eğer biz işitmiş veya akıl etmiş olsaydık, alevli ateş halkı arasında olmazdık.” (Zumer-71, Mulk- 8, 9, 10).

67/MULK-8: Tekâdu temeyyezu minel gayz(gayzi), kullemâ ulkıye fîhâ fevcun seelehum hazenetuhâ e lem ye’tikum nezîr(nezîrun).
(Cehennem) nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi olur. Oraya herbir grup atılışında onun (cehennemin) bekçileri onlara: “Size nezir (uyarıcı) gelmedi mi?” diye sordu.

67/MULK-9: Kâlû belâ kad câenâ nezîrun fe kezzebnâ ve kulnâ mâ nezzelallâhu min şey'in entum illâ fî dalâlin kebîr(kebîrin).
Onlar (cehenneme atılanlar) dediler ki: “Evet, bize nezir gelmişti. Fakat biz onu yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmemiştir, siz ancak büyük bir dalâlet içindesiniz, dedik.”

67/MULK-10: Ve kâlû lev kunnâ nesmeu ev na'kılu mâ kunnâ fî ashâbis saîr(saîri).
Ve: “Eğer biz işitmiş veya akıl etmiş olsaydık, alevli ateş halkı arasında olmazdık.” dediler.

ZUMER-71; ALLAH’A ULAŞMAYI DİLEMEYENLER İÇİN BİR UYARIDIR.
Allahû Tealâ’nın müjde âyetleri, sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler içindir sevgili okurlarımız. Dilemeyenler için ise Kur’ân-ı Kerim boyunca uyarıcı âyetler vardır. İşte Zumer Suresinin 71.âyet-i kerimesi de Allah’a ulaşmayı dilmeyen herkes için bir uyarı niteliğindedir. Fakat bu âyet-i kerimedeki resûl kavramı, hidayetin unutulması hedefine yönelik olarak mütercimlerimizin çoğunluğu tarafından peygamber olarak tercüme edilmiş ve böylece her devirde, her topluluğa ardı arkası kesilmeksizin gönderilen hidayetçiler de gizlenmiştir.

Dünyevî çıkarlar için Kur'ân meâli hazırlayan, bunu yaparken âyetlerin anlamlarını meâllerinde değiştirmekten çekince duymayanlar, yani şıracılar ve hurafeleri yaymak konusunda meâl hazırlamamış olmalarına rağmen dîni kitaplar hazırlayan bozacılar derler ki;
  1. * Nebî olmadan resûl olunmaz, nebî de resûl de peygamberdir.
  2. * Peygamber Efendimiz (S.A.V)’le birlikte resûllük; risalet müessesesi sona ermiştir.
  3. * Peygamber Efendimiz (S.A.V)’le birlikte vahiy de kesilmiştir.
Acaba durum gerçekten de böyle midir?

Şıracı ve bozacılar; Allah hakkında, İslâm hakkında ve Kur'ân hakkında yalan söylemekten (ve iftira atmaktan) hiç bir zaman çekinmezler sevgili kardeşlerimiz.

  • Onlar derler ki: Nebî de, resûl de peygamberdir.
    Peki bu bilginin doğruluğunu ispat edecek bir ÂYET var mı? YOK! Ama aksini ispat edecek bir çok âyet var.

  • Onlar derler ki: Resûllük Peygamber Efendimiz (S.A.V)’le sona ermiştir.
    Peki bu bilginin doğruluğunu ispat edecek bir ÂYET var mı? YOK! Aksine risaletin devam ettiğine dair birçok âyet var.

  • Onlar derler ki: Allah sadece peygamberlerine vahyeder.
    Peki bu bilginin doğruluğunu ispat edecek bir ÂYET var mı? YOK! Aksine vahyin devam ettiğine dair birçok âyet var. (Ayrıca bakınız: Ek-1: NEBÎ - RESÛL).

    ****

    Kıyâmet günü iki grup insan haşredilecektir!
      1. Allah’ın davetine icabet edenler (Allah'a ulaşmayı dileyenler)
      2. Allah’ın davetine icabet etmeyenler

    1. Allah’ın Davetine İcabet Edenler

    Allah’ın Davetine İcabet Edenler (Allah'a ulaşmayı dileyenler): Allahû Tealâ’nın Kur’ân-ı Kerim boyunca müjdelediği insanlar, Allah’a ulaşmayı dileyerek kurtuluş fırkasının içinde yer alanları içermektedir. Onlar, yaşadıkları zaman parçasında kendilerine gelen hidayetçinin Allah’a ulaşma tebliğine icabet etmiş olanlardır.

    Allah’ın daveti, sadece Kendisine’dir.

    13/RA'D-14: Lehu da’vetul hakk(hakkı), vellezîne yed’ûne min dûnihî lâ yestecîbûne lehum bi şey’in illâ kebâsitı keffeyhi ilâl mâi li yebluga fâhu ve mâ huve bi bâligıhî, ve mâ duâul kâfirîne illâ fî dalâl(dalâlin).
    Hakkın daveti O’nadır (Kendisinedir, Allah’adır). O'ndan başkasına davet ettikleri (şeyler), onlara bir şeyle icabet etmezler. Onlar ancak suya, onun ağzına, suyun ulaşması için avucunu açmış kimse gibidir. O (su), ona ulaşacak değildir. Ve kâfirlerin daveti, dalâletten (su nasıl onların ağızlarına ulaşamıyorsa, dalâlette olanlar da hidayete ulaşamaz) başka bir şey değildir.

    Allahû Tealâ Allah’ın davetine icabet ederek, Allah’a yönelmeyi hepimizin üzerine farz kılmıştır. Kişiyi gizli şirkten kurtaran da takva sahibi kılan da Allah’a ulaşmayı dilemesidir.

    30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
    O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.

    Allahû Tealâ’nın Allah’a ulaşmayı dileyen herkes için bir garantisi söz konusudur.

    42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîhi, kebure alâl muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
    (Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).

    13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbihi, kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
    Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O’na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).”

    Söz, Allah’ın sözüdür. Ve Allahû Tealâ verdiği söz gereğince, Allah’a ulaşmayı dileyerek takva sahibi olan kişilerin günahlarını örtecektir.

    8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhâllezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
    Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.

    Ve cennet sadece takva sahipleri içindir.

    50/KAF-31: Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayra baîdin.
    Ve cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.

    2. Allah'ın davetine İcabet Etmeyenler

    2. Davete İcabet Etmeyenler (Allah'a ulaşmayı dilemeyenler): Dünya hayatını yaşarken Allah’ın davetine icabet etmemiş olan insanlar, gizli şirkin içinde olan insanlardır. Ve Kur’ân-ı Kerim’a göre kurtuluşları asla mümkün değildir. Onlar, Allah’a ulaşmayı dilemedikleri için dünya hayatıyla mutmain olmuşlardır, Allah’ın âyetlerinden gâfildirler ve kazandıkları dereceler karşılığı gidecekleri yer cehennemdir.

    10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatmeennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
    Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.

    10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
    İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).

    Bu insanların kazandıkları dereceler karşılığında cehenneme girmesinin sebebi, onların amellerininin heba olması sebebiyledir.

    39/ZUMER-65: Ve lekad ûhıye ileyke ve ilâllezîne min kablike, le in eşrakte le yahbetanne ameluke ve le tekûnenne minel hâsirîn(hâsirîne).
    Ve andolsun ki, sana ve senden öncekilere: “Gerçekten eğer sen şirk koşarsan (Allah’a ulaşmayı dilemezsen), amellerin mutlaka heba olur. Ve mutlaka hüsrana düşenlerden olursun.” diye vahyolundu.

    18/KEHF-103: Kul hel nunebbiukum bil ahserîne a’mâlâ(a’mâlen).
    De ki: “Ameller açısından en çok hüsrana uğrayanları size haber vereyim mi?”

    18/KEHF-104: Ellezîne dalle sa’yuhum fîl hayâtid dunyâ ve hum yahsebûne ennehum yuhsinûne sun’â(sun’an).
    Onlar, dünya hayatında amelleri (çalışmaları) sapmış (kaybettikleri dereceler, kazandıkları derecelerden daha fazla) olanlardır. Ve onlar, güzel ameller işlediklerini zannediyorlar.

    18/KEHF-105: Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen).
    İşte onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah’a ulaşmasını) inkâr ettiler. Böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). Artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.

    18/KEHF-106: Zâlike cezâuhum cehennemu bimâ keferû vettehazû âyâtî ve rusulî huzuvâ(huzuven).
    (Âyetlerimi) örtmeleri (inkâr etmeleri) ve âyetlerimi ve resûllerimi alay konusu edinmeleri sebebiyle, onların cezası işte bu cehennemdir.

    Allah’a ulaşmayı dilemeyenler hüsranda olanlardır, takva sahibi değillerdir, şirktedirler, dalalettedirler (Rûm-31, Ra’d-27) ve bu sebeple de gidecekleri yer cehennemdir.

    10/YÛNUS-45: Ve yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yeteârefûne beynehum, kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).
    Ve o gün (Allahû Tealâ), gündüzden bir saatten başka kalmamışlar (bir saat kalmışlar) gibi onları toplayacak (haşredecek). Birbirlerini tanıyacaklar (aralarında tanışacaklar). Allah’a mülâki olmayı (Allah’a ölmeden önce ulaşmayı) yalanlayanlar, hüsrandadır (nefslerini hüsrana düşürdüler). Ve hidayete eren kimseler olmadılar (ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştıramadılar).

    23/MU'MİNÛN-103: Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(hâlidûne).
    Ve kimin mizanı (sevap tartıları) hafif gelirse, işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.

    ****

    ALLAH’IN DAVETÇİLERİ HER DEVİRDE VE HER KAVİMDE VARDIR

    Onlar, Allah’ın davetine icabet edenler için bir müjdeleyici, davete icabet etmeyenler içinse bir uyarıcıdır.

    Allahû Tealâ’nın en sevgili mahlûku olarak yarattığı insan için daveti, sadace Zat’ınadır. Ve her devirde bu daveti insanlara ulaştıracak olan hidayetçiler vazifeli kılmıştır. Bütün insanlar dünya hayatını yaşarken Allah’ın davetine muhataptırlar. Kendisine tebliğ ulaşmamış hiç kimse var olmamıştır, kıyâmete kadar da var olmayacaktır.

    20/TÂHÂ-123: Kâlehbitâ minhâ cemîan ba’dukum li ba’dın aduvv(aduvvun), fe immâ ye’tiyennekum minnî huden fe menittebea hudâye fe lâ yadıllu ve lâ yeşkâ.
    (Allahû Tealâ şöyle) dedi: “İkiniz oradan (aşağı) inin! Hepiniz (şeytan ve siz), birbirinize düşman olarak. Bundan sonra Benden size mutlaka hidayet gelecek. O zaman kim hidayetime tâbî olursa artık o, dalâlette kalmaz ve şâkî olmaz.”

    28/KASAS-50: Fe in lem yestecîbû leke fa’lem ennemâ yettebiûne ehvâehum, ve men edallu mimmenittebea hevâhu bi gayri huden minallâh(minallâhi), innallâhe lâ yehdil kavmez zâlimîn(zâlimîne).
    Bundan sonra eğer sana icabet etmezlerse (senin hidayete erdirme davetine uymazlarsa), bil ki onlar heveslerine tâbîdirler. Allah’tan bir hidayetçi olmaksızın (hidayetçiye değil de) kendi heveslerine tâbî olandan daha çok dalâlette kim vardır? Muhakkak ki Allah, zalimler kavmini hidayete erdirmez.

    Allah'ın hidayetçileri (nebîler veya velî resuller) kıyâmete kadar insanları Allah'a davet edeceklerdir.

    Allah’a davetin birinci dereceden sahipleri nebî resûller; yani peygamberlerdir. İkinci dereceden davetçiler ise Allah’ın velî resûlleridir. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V) son nebîdir ve onunla nübüvvet müessesesi sona ermiştir. Ondan sonra kıyamete kadar risaletle görevli olanlar Allah'ın velî resûlleridir.

    Nebî resûller de velî resûller de sadece Allah’a davet etmekle vazifelidirler.

    7/A'RÂF-181: Ve mimmen halâknâ ummetun yehdûne bil hakkı ve bihî ya’dilûn(ya’dilûne).
    Ve yarattıklarımızdan bir ümmet vardır ki, Hakk’a (Allah’a) ulaştırırlar ve onunla adaletle hükmederler.

    21/ENBİYÂ-73: Ve cealnâhum eimmeten yehdûne bi emrinâ ve evhaynâ ileyhim fi’lel hayrâti ve ikâmes salâti ve îtâez zekâh(zekâti), ve kânû lenâ âbidîn(âbidîne).
    Ve onları, emrimizle hidayete erdiren (ölmeden önce ruhları Allah’a ulaştıran) imamlar kıldık. Ve onlara, hayırlar işlemeyi, namaz kılmayı ve zekât vermeyi vahyettik. Ve onlar, Bize kul oldular.

    32/SECDE-24: Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn(yûkınûne).
    Ve onlardan, emrimizle hidayete erdiren imamlar kıldık, sabır sahibi oldukları ve âyetlerimize (Hakk’ul yakîn seviyesinde) yakîn hasıl etmiş oldukları için.

    41/FUSSİLET-33: Ve men ahsenu kavlen mimmen deâ ilâllâhi ve amile sâlihan ve kâle innenî minel muslimîn(muslimîne).
    Allah’a davet eden ve salih amel (nefs tasfiyesi) yapan ve: “Muhakkak ki ben teslim olanlardanım.” diyenden daha güzel sözlü kim vardır?

    Allah; her zaman parçasında her kavme o kavmin kendi lisanıyla konuşan hidayetle vazifeli resûller gönderir!

    Risalet bitmiştir diyen şıracı ve bozacılar! Aşağıdaki âyetleri iyi okuyunuz, öğreniniz ve insanlara hurafeler anlatmayı terk ediniz!

    1. Allahû Tealâ her kavme resûl göndermektedir.
    16/NAHL-36: Ve lekad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
    Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık). (Allah’a ulaşmayı dileyerek) Allah’a kul olsunlar ve taguttan (insan ve cin şeytanlardan) içtinap etsinler (sakınıp kurtulsunlar) diye. Onlardan bir kısmını, (Resûlün daveti üzerine Allah’a ulaşmayı dileyenleri) Allah hidayete erdirdi ve bir kısmının (dilemeyenlerin) üzerine dalâlet hak oldu. Artık yeryüzünde gezin. Böylece yalanlayanların akıbetinin, nasıl olduğuna bakın (görün).

    (YETMEZ Mİ?) 2. Bu resûller kendi kavminin dili ile konuşurlar!
    14/İBRÂHÎM-4: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî li yubeyyine lehum, fe yudillullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâu, ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
    Hiçbir resûlümüz yoktur ki; Biz, onu kendi kavminin lisanıyla göndermiş olmayalım. Onlara (kendi lisanlarıyla) beyan etsin (açıklasın) diye. Öyleyse Allah, dilediğini (Allah’a ulaşmayı dilemeyenleri) dalâlette bırakır. Dilediğini (Allah’a ulaşmayı dileyenleri) hidayete erdirir. Ve O, Azîz’dir, Hikmet Sahibi’dir.

    (YETMEZ Mİ?) 3. Allahû Tealâ resûllerini ardarda göndermektedir!
    23/MU'MİNÛN-44: Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu’den li kavmin lâ yu’minûn(yu’minûne).
    Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her ümmete resûlü geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar. Biz de onları birbiri arkasından (helâk ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mü’min olmayan kavim (Allah’ın rahmetinden) uzak olsun.

    (YETMEZ Mİ?) 4. Kıyâmet günü tüm insanlara "sizin içinizden resûller gelmedi mi?" diye sorulacaktır!
    17/İSRÂ-15: Menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsihî, ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziratun vizra uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ(resûlen).
    Kim hidayete erdiyse, sadece kendi nefsi için (nefsini tezkiye ettiği için) hidayete erer. Öyleyse kim dalâlette ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan (günahı yüklenen) bir kimse, bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez. Ve Biz, bir resûl göndermedikçe azap edici olmadık.

    39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne).
    Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın? (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.

    25/FURKÂN-27: Ve yevme yeadduz zâlimu alâ yedeyhi yekûlu yâ leytenîttehaztu mear resûli sebîlâ(sebîlen).
    Ve o gün, zalim ellerini ısırır: “Keşke resûlle beraber (Allah’a giden) bir yol ittihaz etseydim.” der.

    25/FURKÂN-28: Yâ veyletâ leytenî lem ettehız fulânen halîlâ(halîlen).
    Yazıklar olsun, keşke ben filanı (o kişiyi) dost edinmeseydim.

    Hâlâ akıl etmeyecek misiniz? Kur'ân-ı Kerim'de topluma yaymaya çalıştığınız tüm hurafeleriniz muhakkak yer almıştır. Ne olurdu bir kere olsun dîn kitabı yazmadan önce dînin asıl kaynağı olan Kur'ân'ı okumayı akıl etseydiniz, belki o zaman bu kadar rezil olmazdınız?

    Yine de çıkmamış candan ümit kesilmez. İnşallah üzerinize azap gelmeden önce Kur'ân'ı okur, ibret alır ve yanlışlarınızı telâfi etmek için Allah'a hizmet ederek (hurafelerle ve hurafecilerle mücadele ederek) belki kurtulanlardan olursunuz.

    ****

    39/ZUMER-71 ÂYETİNDE HİDAYET NASIL GİZLENMİŞTİR?


    Abdulbaki Gölpınarlı, Adem Uğur, Ali Fikri Yavuz, Bekir Sadak, Celal Yıldırım, Diyanet İşleri, Diyanet İşleri (eski), Diyanet Vakfi, Elmalılı (sadeleştirilmiş), Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2), Fizilal-il Kuran, Hasan Basri Çantay, Hayrat Neşriyat, Ömer Nasuhi Bilmen, Suat Yıldırım, Tefhim-ul Kuran, Ümit Şimşek; Zumer suresinin 71. âyetinde yer alan "resûl" kelimesini, "resûl" veya "elçi" olarak tercüme etmek yerine "peygamber" ifadesini kullanarak kıyamete kadar devam edecek "risalet" müessesesini gizlemişlerdir.

    SADELEŞTİRİLMİŞ TUZAĞINA DİKKAT! Artık biz söylemeye utanıyoruz ama sizleri uyarmakla vazifeliyiz sevgili okurlarımız: Zumer-71'de de "Elmalılı Hamdi Yazır" meâlinin doğru, ama herbirimizin evinde olan "sadeleştirilmiş Elmalılı meâllerinin" her ikisinin de yine HİDAYETİ GİZLEYENLER kategorisinde olduğuna dikkat ediniz!

    Sadeleştirilmiş kelimesinden murad; içinden İslâm'ın temellerinin çıkarılmasıdır.


    Elmalılı Hamdi Yazır: ... «Size rabbınızın âyetlerini okur ve sizi bu günün likasından korkutur Resuller gelmedi mi içinizden sizlere?» ...

    Elmalılı (sadeleştirilmiş): ... «içinizden size Rabbinizin ayetlerini okuyan ve sizi bugününüzle karşılaşacağınıza dair korkutan peygamberler gelmedi mi?» diye soracaklar, onlar da cevap vereceklerdir «Evet geldi.» ...

    Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2): ... «İçinizden size Rabbinizin âyetlerini okuyan, bu gününüzle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?» ...

     

    ****



  • ****

    DOĞRU TERCÜME EDİLMİŞ MEÂLLER
    Öncelikle Kur'ân-ı Kerim'in hem kelime hem ruhî lâfzının tam manâsının tercümeler ile verilemiyeceğini belirtmemiz gerekir. Bu yüzden bu başlığa âyetin aslî anlamının korunduğu tüm meâlleri dahil ederek, basit kelime ve cümle kurgusu hatalarını göz önüne almadık inşallah.


    Ahmet Varol: İnkâr edenler bölük bölük cehenneme sürülürler. Sonunda oraya geldiklerinde kapıları açılır ve oranın bekçileri kendilerine: 'Size içinizden, Rabbinizin ayetlerini size okuyan ve bu gününüzle karşılaşacağınız hakkında sizi uyaran elçiler gelmedi mi?' derler. Onlar da: 'Evet, ama kâfirler için azap sözü hak oldu' derler.
    Ali Bulaç: İnkâr edenler, cehenneme bölük bölük sevkedildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cehennemin) bekçileri dedi ki: "Size Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugünle karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyaran elçiler gelmedi mi?" Onlar: "Evet." dediler. Ancak azab kelimesi kâfirlerin üzerine hak oldu.
    Edip Yüksel: İnkar edenler yığınlar halinde cehenneme götürülürler. Oraya vardıklarında onun kapıları açılır ve bekçileri onlara, 'Size, Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bu gününüzle karşılaşacağınız konusunda sizi uyaran sizden elçiler gelmemiş miydi?' derler. 'Evet. Ancak 'ceza' sözü inkarcılar hakkında gerçekleşmiştir,' diye karşılık verirler
    Elmalılı Hamdi Yazır: Ve küfredenler zümre zümre Cehenneme sevkedilmektedir, nihayet ona vardıklarında kapıları açılır ve bekçileri onlara şöyle der: «Size rabbınızın âyetlerini okur ve sizi bu günün likasından korkutur Resuller gelmedi mi içinizden sizlere?» «Evet» derler: «geldi» velâkin kâfirler üzerine «kelime-i azâb» hakk oldu.
    Gültekin Onan: Küfredenler, cehenneme bölük bölük sevkedildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cehennemin) bekçileri dedi ki: "Size rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugün ile karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyaran elçiler gelmedi mi?" Onlar: "Evet" dediler. Ancak azab kelimesi kafirlerin üzerine hak oldu.
    İbni Kesir: Küfredenler bölük bölük cehenneme sürüldü. Oraya vardıklarında kapıları açıldı ve bekçileri onlara dediler ki: İçinizden, size Rabbınızın ayetlerini okuyan ve bugüne kavuşacağınızı ihtar eden elçiler gelmedi mi? Onlar da: Evet, dediler. Fakat azab sözü küfredenlerin üzerine hak oldu.
    İmam İskender Ali Mihr: Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın? (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.
    Ömer Öngüt: İnkâr edenler bölük bölük cehenneme sürülürler. Oraya vardıklarında cehennem kapıları açılır. Bekçiler onlara: "Size içinizden Rabbinizin âyetlerini okuyan ve bu gününüzle yüzyüze geleceğinize dair sizi uyaran elçiler gelmedi mi?" derler. Onlar da: "Evet geldi, lâkin azap sözü kâfirler üzerine hak oldu. " derler.
    Şaban Piriş: İnkarcılar bölük bölük cehenneme sevkedilmiştir. Oraya geldikleri zaman kapıları açılmış ve oranın bekçileri onlara: -İçinizden size, Allah’ın ayetlerini okuyan ve sizi bu güne kavuşmak ile uyaran elçiler gelmedi mi? demiş, onlar da: -Evet, geldi, demişlerdir. Fakat, artık inkarcılara verilen azap sözü yerini bulmuştur.
    Süleyman Ateş: Nankörler, bölük bölük cehenneme sürülmüşlerdir. Oraya geldikleri zaman, kapıları açılan cehennemin bekçileri onlara şöyle demiştir: "Kendi aranızdan, Rabbinizin âyetlerini size okuyan ve sizi bu gününüzle karşılaşacağınız hakkında uyaran elçiler gelmedi mi?" "Evet geldi, demişlerdir; ama kâfirlere azâb sözü hak olmuştur (kâfirler azâb hükmünü giymeyi hak etmişlerdir)."
    Yaşar Nuri Öztürk: İnkar edenler bölük bölük cehenneme sevk edilirler. Oraya geldiklerinde onun kapıları açılır ve cehennem bekçileri onlara şöyle derler: "Size, içinizden resuller gelmedi mi ki, Rabbinizin ayetlerini karşınızda okusunlar ve sizi şu gününüze kavuşmanız hususunda uyarsınlar?" Onlar: "Evet, derler, geldiler ama inkarcılar hakkında azap hükmü hak oldu."


    39/ZUMER-71 İÇİN HİDAYETİN GİZLENMESİ RAPORU SONUÇLARI


    Bu âyette hidayetin gizlendiği meâller: Abdulbaki Gölpınarlı, Adem Uğur, Ali Fikri Yavuz, Bekir Sadak, Celal Yıldırım, Diyanet İşleri, Diyanet İşleri (eski), Diyanet Vakfi, Elmalılı (sadeleştirilmiş), Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2), Fizilal-il Kuran, Hasan Basri Çantay, Hayrat Neşriyat, Ömer Nasuhi Bilmen, Suat Yıldırım, Tefhim-ul Kuran, Ümit Şimşek (TOPLAM: 17 kişi)

    Bu âyette temel kavramların gizlendiği meâller: Ahmed Hulusi, Ahmet Tekin, Muhammed Esed (TOPLAM: 3 kişi)

    Bu âyette hatalı/eksik meâller: - (TOPLAM: 0 kişi)

    Bu âyet için doğru meâller: Ahmet Varol, Ali Bulaç, Edip Yüksel, Elmalılı Hamdi Yazır, Gültekin Onan, İbni Kesir, İmam İskender Ali Mihr, Ömer Öngüt, Şaban Piriş, Süleyman Ateş, Yaşar Nuri Öztürk (TOPLAM: 11 kişi)

    ****

    UYARI: Herhangi bir âyete ait raporu değerlendirerek, bir mütercimin bütün âyetleri doğru ya da hatalı tercüme ettiğini düşünmek yanlış bir yargıdır. Çünkü bir âyette doğru tercüme yapmış bir mütercimimiz, diğer âyetlerde çok önemli hatalar yapabildiği gibi, incelediğiniz bir âyette "hatalı meâller" grubunda yer alan bir meâl diğer âyetlerde çok daha yalın ve anlaşılır ifadeler kullanmış olabilir. En az 10 adet âyetin hidayeti gizleyenler raporunu değerlendirdikten sonra mütercimlerimiz hakkında fikir sahibi olmaya başlayabilirsiniz.

    ****


    EK-1: NEBÎ-RESÛL

    Azîz Kardeşlerimiz,

    Hidayeti gizleyerek toplumuzu cehenneme sürükleyenler sadece şıracılar ve bozacılar değildir. Şıracıların ve bozacıların şeytana hizmet ederken onlara medya camiasından destek olan karanlık eller vardır. Allahû Tealâ'nın Kur'ân-ı Kerim'de "münafık" olarak adlandırdığı bu kişiler şeytana hizmet ederken; her fırsatta yalanlar söyleyerek toplumumuzu Kur'ân'a aykırı hurafelerle adım adım yozlaştırmaya ve Kur'ân hakikâtlerinden uzaklaştırmaya çalışırlar. Maalesef kirli amaçlarında bugün büyük oranda başarılı da olmuşlardır.

    Bu raporumuzda da yine her raporumuzda olduğu gibi bize öğretmeye çalıştıkları Kur'ân'a aykırı bir çok hurafelerini Kur'ân âyetleri ışığında açıklayacak ve mü'min taklidi yaparak aramıza karışan bu münafıklara karşı kendimizi ve ailemizi nasıl koruyabileceğimiz konularına değineceğiz inşallah.

    Bu hurafecilerin bizleri nasıl kandırdıklarını ve bilinç altımıza on yıllar içerisinde Kur'ân'a aykırı hurafeleri nasıl yerleştirdiklerini öğrenmek ister misiniz?

    ***

    ŞIRACI VE BOZACILARIN HURAFELERİ

  • HURAFE: Nebî olmadan resûl olunmaz. Nebî de resûl de peygamberdir.
    (Kur'ân'daki Doğrusu: Nebîler kendilerine kitap verilen peygamberlerdir. Resûller ise; her zaman parçasında, her kavme o kavmin lisanıyla konuşan Allahû Tealâ'nın gönderdiği elçilerdir.)

  • HURAFE: Peygamber Efendimiz (S.A.V)’le birlikte nübüvvet (peygamberlik) de, Risâlet de sona ermiştir.
    (Kur'ân'daki Doğrusu:Nübüvvet sona ermiştir. Risâlet kıyamete kadar devam edecektir.)

  • HURAFE:Vahiy müessesesi Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V) ile sona ermiştir.
    (Kur'ân'daki Doğrusu: Allahû Tealâ dilediğine, dilediği zaman vahyeder!)

    Kur'ân hurafeleri temizler!
    Dînin sahibi Allah’tır. Ve Allah dînin bütününü Kur’ân-ı Kerim’le ortaya koymuştur.

    6/EN'ÂM-38: Ve mâ min dâbbetin fîl ardı ve lâ tâirin yatîru bi cenâhayhi illâ umemun emsâlukum, mâ farratnâ fîl kitâbi min şey’in summe ilâ rabbihim yuhşerûn(yuhşerûne).
    Ve yeryüzünde yürüyen hayvanlardan ve iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa (4 ayaklı) hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki; sizin gibi ümmet olmasınlar. Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonra Rab’lerine haşrolunacaklar (olunurlar).

    Allahû Tealâ; “Biz bu kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık” diyorsa, o halde bütün sorularımızın cevabı O’nda değil midir?

    Gelin şimdi hep birlikte dînimize sonradan ilave edilen ve Kur’ân’a göre aslı astarı olmayan bütün bu safsatalara, Kur’ân-ı Kerim âyetleri ışığında açıklık getirelim.

    ****

    1. NEBÎLER KENDİLERİNE ŞERİAT KİTABI VERİLMİŞ PEYGAMBERLERDİR!

    HURAFE-1: "Nebî de resûl de peygamberdir." ifadesi bir hurafedir.
    HURAFE-2: "Nebî olmadan resûl olunmaz." ifadesi hurafedir.


    Resûl ve nebî, hayat kitabımız olan Kur’ân-ı Kerim’in şifresini ortaya koyan iki hayatî kavramdır. Bu iki kavramın birbirine karıştırılması sebebiyle, bugun yaşanan İslâm, Kur’ân’daki İslâm olmaktan çıkarılmıştır.
    1. Kur’ân-ı Kerim’e göre nebîler kendilerine şeriat kitabı verilen peygamberlerdir. (Meryem-30, Ankebût-27, En'âm-89)

      19/MERYEM-30: Kâle innî abdullâh(abdullâhi), âtâniyel kitâbe ve cealenî nebiyyâ(nebiyyen).
      (Bebek) şöyle dedi: “Muhakkak ki ben, Allah’ın kuluyum. Bana kitap verdi ve beni nebî (peygamber) kıldı.”

      29/ANKEBÛT-27: Ve vehebnâ lehû ishâka ve ya’kûbe ve cealnâ fî zurriyyetihin nubuvvete vel kitâbe, ve âteynâhu ecrehu fîd dunyâ, ve innehu fîl âhıreti le mines sâlihîn(sâlihîne).
      Ve Biz O’na İshak’ı, Yâkub’u vehbî olarak verdik. O’nun zürriyetine peygamberlik ve kitap verdik. Dünyada O’nun ücretini verdik. O, ahirette şüphesiz salihlerden olacaktır.

      6/EN'ÂM-89: Ulâikellezîne âteynâhumul kitâbe vel hukme ven nubuvveh(nubuvvete), fe in yekfur bihâ hâulâi fe kad vekkelnâ bihâ kavmen leysû bihâ bi kâfirîn(kâfirîne).
      İşte onlar, kendilerine kitap, hikmet ve peygamberlik verdiğimiz kimselerdir. Onlar eğer, onu inkâr ederlerse artık, onu inkâr etmeyecek bir kavmi ona vekil ederdik.

    2. Kur’ân-ı Kerim’e göre peygamberler belirli kavimlere gönderilmişlerdir. Resûller ise her kavimde var olmuştur. Var olmaya da devam edeceklerdir. (Mu’minun-44, İbrahîm-4)

      23/MU'MİNÛN-44: Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu’den li kavmin lâ yu’minûn(yu’minûne).
      Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her ümmete resûlü geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar. Biz de onları birbiri arkasından (helâk ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mü’min olmayan kavim (Allah’ın rahmetinden) uzak olsun.

      14/İBRÂHÎM-4: Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bi lisâni kavmihî li yubeyyine lehum, fe yudillullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâu, ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).
      Hiçbir resûlümüz yoktur ki; Biz, onu kendi kavminin lisanıyla göndermiş olmayalım. Onlara (kendi lisanlarıyla) beyan etsin (açıklasın) diye. Öyleyse Allah, dilediğini (Allah’a ulaşmayı dilemeyenleri) dalâlette bırakır. Dilediğini (Allah’a ulaşmayı dileyenleri) hidayete erdirir. Ve O, Azîz’dir, Hikmet Sahibi’dir.

    3. Kur’ân-ı Kerim’e göre nebî resûllerin beş, nebî olmayan resûllerin dört görevi vardır. (Bakara-151, Âli İmrân-164)

      2/BAKARA-151: Kemâ erselnâ fîkum resûlen minkum yetlû aleykum âyâtinâ ve yuzekkîkum ve yuallimukumul kitâbe vel hikmete ve yuallimukum mâ lem tekûnû ta’lemûn(ta’lemûne).
      Nitekim size, aranızda (görev yapmak üzere), sizden (kendinizden) bir Resûl (Peygamber) gönderdik ki, âyetlerimizi size tilâvet etsin (okuyup açıklasın) ve sizi (nefsinizi)tezkiye (ve tasfiye) etsin, size Kitap’ı(Kurânı Kerim’i) ve hikmeti öğretsin ve (hikmetin de ötesinde) bilmediğiniz şeyleri öğretsin..

      3/ÂLİ İMRÂN-164: Lekad mennallâhu alâl mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin).
      Andolsun ki Allah, mü’minlerin (başlarının) üzerine (devrin imamının ruhu) bir ni’met olmak üzere (onların aralarında, kendi kavminin içinde) kendilerinden bir resûl beas eder. Onlara O’nun (Allah’ın) âyetlerini tilâvet eder, onları tezkiye eder ve onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan evvel (Allah'a ulaşmayı dilemeden evvel) onlar gerçekten açık bir dalâlet içinde idiler.

    4. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’le Nübüvvet sona ermiştir. Risalet ise devam etmektedir. (Ahzâb-40, Zumer-71)

      33/AHZÂB-40: Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen nebiyyin(nebiyyine), ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).
      Muhammed (A.S), sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası olmamıştır (değildir). Fakat Allah’ın Resûl’ü ve Nebîler’in (Peygamberler’in) Hatemi’dir (Sonuncusu). Allah, herşeyi en iyi bilendir.

      39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne).
      Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın? (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.

    ****

    2. NÜBÜVVET SONA ERMİŞTİR, RİSALET KIYAMETE KADAR DEVAM EDECEKTİR!

    HURAFE: "Risalet; Peygamber Efendimiz (S.A.V)’le sona ermiştir" ifadesi hurafedir.


    Risalet peygamber efendimiz (S.A.V)’le sona ermemiştir. Sona eren nübüvvettir. Evvelâ bilinmelidir ki nübüvvet, risaletten üstün bir müessesedir. Ve Peygamber Efendimiz (S.A.V)’le sona eren, hitam bulan da nübüvvettir.

    33/AHZÂB-40: Mâ kâne muhammedun ebâ ehadin min ricâlikum, ve lâkin resûlallâhi ve hâtemen nebiyyin(nebiyyine), ve kânallâhu bi kulli şey’in alîmâ(alîmen).
    Muhammed (A.S), sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası olmamıştır (değildir). Fakat Allah’ın Resûl’ü ve Nebîler’in (Peygamberler’in) Hatemi’dir (Sonuncusu). Allah, herşeyi en iyi bilendir.

    Âyet-i kerimeye dikkatle bakınız! Allahû Tealâ; “Nebî” ve “Resûl” kelimelerini ayrı ayrı kullanmış ve diyor ki: “O Allah'ın Resûl'ü ve Nebîler'in (Peygamberler'in) Hatemi'dir (Sonuncusu).”

    İfade son derece açık ve net... Allahû Tealâ: “O nebîlerin sonuncusudur” diyor, resûllerin sonuncusudur demiyor...

    Peki, hiç bir şeyin eksik bırakılmadığı kitabımızda Risaletin devam ettiğine ve kıyamete kadar devam edeceğine dair bir delil var mıdır? Elbette vardır!

    17/İSRÂ-15: Menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsihî, ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ teziru vâziratun vizra uhrâ, ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ(resûlen).
    Kim hidayete erdiyse, sadece kendi nefsi için (nefsini tezkiye ettiği için) hidayete erer. Öyleyse kim dalâlette ise sorumluluğu sadece kendi üzerinde olarak dalâlette kalır. Yük taşıyan (günahı yüklenen) bir kimse, bir başkasının yükünü (günahını) yüklenmez. Ve Biz, bir resûl göndermedikçe azap edici olmadık.

    23/MU'MİNÛN-44: Summe erselnâ rusulenâ tetrâ, kullemâ câe ummeten resûluhâ kezzebûhu fe etbâ’nâ ba’dahum ba’dan ve cealnâhum ehâdîs(ehâdîse), fe bu’den li kavmin lâ yu’minûn(yu’minûne).
    Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her ümmete resûlü geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar. Biz de onları birbiri arkasından (helâk ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mü’min olmayan kavim (Allah’ın rahmetinden) uzak olsun.

    39/ZUMER-71: Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne).
    Kâfirler, zümre zümre cehenneme sürülürler. Oraya geldikleri zaman, onun (cehennemin) kapıları açılır. Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, size Rabbinizin âyetlerini okusun, bugüne (buraya) geleceğinizi (söyleyerek) uyarsın? (Cehenneme gidenler) dediler ki: “Evet (geldiler).” Fakat azap sözü kâfirlerin üzerine hak oldu.

    O halde herkes bilsin ki, bir kişi çıkıp da "risâlet (resûllük) sona ermiştir" diyorsa;
  • O kişi herhangi biri ise Kur'ân'dan henüz nasibini almamış bir cahildir. Ona doğruyu gösteriniz.
  • Eğer o kişi bir dîn adamı maskesi takıyor ise "münafık" tır. Ondan uzak durunuz.

    ****

    3. ALLAH DİLEDİĞİNE, DİLEDİĞİ ZAMAN VAHYEDER!

    HURAFE-1: "Allah sadece peygamberlere vahyeder" ifadesi bir hurafedir.
    HURAFE-2: "Vahiy, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’le sona ermiştir" ifadesi hurafedir.


    Vahyin bittiğini veya Allah'ın sadece peygamberlere vahyettiğini söyleyen şıracı ve bozacılar; Allah'a sınır koymaya çalışmakla Allah'a karşı haddini aşmış kendini bilmezlerdir.

    Allahû Tealâ A’râf-175’e göre peygamberlerin dışında bir kişiye vahyetmiştir.

    7/A'RÂF-175: Vetlu aleyhim nebeellezî âteynâhu âyâtinâ fenseleha minhâ fe etbeahuş şeytânu fe kâne minel gâvîn(gâvîne).
    Onlara, âyetlerimizi verdiğimiz kimsenin haberini oku (anlat). Sonra o, ondan (âyetlerden) ayrıldı, artık şeytan onu kendisine tâbî kıldı. Ve böylece o zarar görenlerden (azgınlardan) oldu.

    Âyet-i kerimede sözü edilen kişi; kendisine vahyedildiği halde, bunun gereklerini yerine getirmemiş ve Allah’a âsi olmuştur. Bu kişinin peygamber olmadığı açık ve kesindir. Hiç kimsenin bunun aksini iddia etmesi mümkün değildir.

    Allahû Tealâ Bakara-259’da mağarada konaklayan birine vahyettiğini ifade etmektedir.

    2/BAKARA-259: Ev kellezî merra alâ karyetin ve hiye hâviyetun alâ urûşihâ, kâle ennâ yuhyî hâzihillâhu ba’de mevtihâ, fe emâtehullâhu miete âmin summe beaseh(beasehu), kâle kem lebist(lebiste), kâle lebistu yevme ev ba’da yevm(yevmin), kâle bel lebiste miete âmin fenzur ilâ taâmike ve şerâbike lem yetesenneh, venzur ilâ hımârike ve li nec’aleke âyeten lin nâsi venzur ilâl izâmi keyfe nunşizuhâ summe neksûhâ lahmâ(lahmen), fe lemmâ tebeyyene lehu, kâle a’lemu ennallâhe alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
    Veya çatıları üzerine çökmüş (altı üstüne gelmiş) bir karyeye uğrayan kimsenin, “Allah bunu (bu kasabayı) ölümünden sonra nasıl diriltecek?” demesi gibi. Bunun üzerine Allah, onu yüz sene öldürdü. Sonra da diriltti. (Ona) “Ne kadar (ölü bir vaziyette) kaldın?” dedi. (O da): “Bir gün veya günün bir kısmı kadar.” dedi. (Allah): “Hayır, yüz yıl kaldın. Haydi yiyecek ve içeceğine bak, bozulup kokuşmadı. Ve merkebine bak. (Bu), seni insanlara bir âyet (canlı bir ibret) kılmamız içindir. Ve kemiklere bak. Onları nasıl inşa ediyoruz (kemikleri birleştirerek iskeleti kuruyoruz) sonra ona et giydiriyoruz.“ Böylece (merkep dirilip, eski haline gelince ve herşey) ona açıkça belli olunca: “Allah’ın, herşeye kaadir olduğunu biliyorum.” dedi.

    Bakara Suresinin 259.âyet-i kerimesi de; “Allah peygamberlerden başkasına vahyetmez.” tarzındaki bir iddiayı tamamen çürüten bir âyet-i kerimedir.

    Allahû Tealâ Hz. Musa (A.S)’ın annesine ve Hz. İsa (A.S)’ın annesi Hz. Meryem'e vahyetmiştir.

    19/MERYEM-26: Fe kulî veşrabî ve karrî aynâ(aynen), fe immâ terayinne minel beşeri ehaden fe kûlî innî nezertu lir rahmâni savmen fe len ukellimel yevme insiyyâ(insiyyen).
    Artık ye ve iç, gözün aydın olsun! Bundan sonra eğer beşerden bir kimseyi görürsen, o zaman (ona şöyle) söyle: “Muhakkak ki ben, Rahmân’a (konuşmama) orucu nezrettim (adadım). Bu sebeple bugün bir insanla asla konuşmayacağım.”

    3/ÂLİ İMRÂN-47: Kâlet rabbi ennâ yekûnu lî veledun ve lem yemsesnî beşer(beşerun), kâle kezâlikillâhu yahluku mâ yeşâ’(yeşâu) izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn(yekûnu).
    (Hz Meryem): “Rabbim, benim çoçuğum nasıl olur? Bana bir beşer dokunmadı” dedi. (Allah şöyle buyurdu): “İşte böyle, Allah dilediğini yaratır. Bir emrin (işin) olmasını takdir ettiği zaman, sadece ona “ol!” der, o hemen olur.”

    20/TÂHÂ-38: İz evhaynâ ilâ ummike mâ yûhâ.
    Vahyedilecek şeyi annene vahyetmiştik.

    Bilindiği üzere, Allahû Tealâ Hz. Musa (A.S)’ın annesine; “Bebeği (Hz. Musa’yı) Nil nehrine bırak.” demiştir. Ve böylece Nil nehrinden Firavun’un beldesine kadar gelen Hz.Musa (A.S)’ı, Firavun’un eşi Hz. Asiye büyütmüştür. Hz. Musa (A.S)’ın annesi bir peygamber olmadığına göre, demek ki Allahû Tealâ peygamberlerin dışındaki insanlara da vahyetmiştir.

    Allahû Tealâ Hz. İsa (A.S)’ın havarilerine vahyetmiştir.

    5/MÂİDE-111: Ve iz evhaytu ilâl havâriyyîne en âminû bî ve bi resûlî, kâlû âmennâ veşhed bi ennenâ muslimûn(muslimûne).
    Ve havarilere; “Bana ve Resûl'üme îmân edin.” diye vahyettiğim zaman, onlar da “Îmân ettik ve bizim (Hakk'a) teslim olduğumuza şahid ol.” demişlerdi.

    Hiç kimse Hz. İsa (A.S)’ın havarilerinin peygamber olduğunu iddia edemeyecektir. Âyet-i kerimede açıkça görülüyor ki Allahû Tealâ, peygamber olmayan bu insanlara da vahyetmiştir.

    Allahû Tealâ yerlere, göklere, arılara vahyetmiştir.

    99/ZİLZÂL-4: Yevme izin tuhaddisu ahbârehâ.
    O gün (izin günü), (arz) haberlerini anlatacak.

    99/ZİLZÂL-5: Bi enne rabbeke ehvâlehâ.
    Rabbinin ona vahyetmesi ile.

    16/NAHL-68: Ve evhâ rabbuke ilân nahli enittehızî minel cibâli buyûten ve mineş şeceri ve mimmâ ya’rişûn(ya’rişûne).
    Ve senin Rabbin, balarısına, dağlardan, ağaçlardan ve onların (insanların) kurdukları çardaklardan, evler (kovanlar) edinmelerini vahyetti.

    41/FUSSİLET-12: Fe kadâhunne seb’a semâvâtin fî yevmeyni ve evhâ fî kulli semâin emrehâ ve zeyyennes semâed dunyâ bi mesâbîha ve hıfzâ(hıfzen), zâlike takdîrul azîzil alîm(alîmi).
    Böylece onları iki günde yedi kat gök olarak kaza etti (yarattı, tamamladı). Her gök katına kendi emrini vahyetti. Ve dünya semasını kandillerle muhafaza ederek süsledik. İşte bu, Azîz ve Alîm olan (Allah’ın) takdiridir.

    Allahû Tealâ dilerse herhangi bir kişiye vahyettiğini açıkça ifade etmektedir.

    10/YÛNUS-2: E kâne lin nâsi aceben en evhaynâ ilâ raculin minhum en enzirin nâse ve beşşirillezîne âmenû enne lehum kademe sıdkın inde rabbihim, kâlel kâfirûne inne hâzâ le sâhırun mubîn(mubînun).
    Onlardan bir adama, "insanları uyarması, âmenû olanları (ölmeden önce Allah’a ulaşmayı dileyenleri) müjdelemesi" için vahyetmemiz insanlara acaip (garip) mi geldi? Muhakkak ki onlar için, Rab’lerinin yanında (katında) sıddıklar makamı vardır. Kâfirler şöyle dediler: “Muhakkak ki bu, mutlaka apaçık bir sihirbazdır.”

    7/A'RÂF-62: Ubelligukum risâlâti rabbî ve ensahu lekum ve a’lemu minallâhi mâ lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
    Size Rabbimin risalelerini (gönderdiklerini) tebliğ ediyorum (ulaştırıyorum). Ve size nasihat ediyorum (öğüt veriyorum). Ve sizin bilmediğiniz şeyleri ben Allah’tan öğreniyorum (biliyorum).

    7/A'RÂF-63: E ve acibtum en câekum zikrun min rabbikum alâ raculin minkum li yunzirekum ve li tettekû ve leallekum turhamûn(turhamûne).
    Sizi uyarması ve takva sahibi olmanız için, içinizden bir adama, Rabbinizden bir zikrin gelmesine mi şaşırdınız? Ve böylece rahmet olunursunuz.

    Öyleyse Allahû Tealâ sıradan bir insanla konuşur mu?

    EVET! Allah dilerse, dilediği kişiyle konuşur.
    Allahû Tealâ kiminle konuşursa, neyle konuşursa onun Kur’ân’daki adı “vahiy”dir. Allah’ın bir insanla konuşması söz konusuysa, o kişi Allah’tan vahiy alıyor demektir.

    Allahû Tealâ bu konuda şöyle buyurmaktadır:

    42/ŞÛRÂ-51: Ve mâ kâne li beşerin en yukellimehullâhu illâ vahyen ev min verâi hıcâbin ev yursile resûlen fe yûhıye bi iznihî mâ yeşâu, innehu aliyyun hakîm(hakîmun).
    Allah’ın hiçbir insanla konuşması olmamıştır, illâ vahyile veya perde arkasından veya dilediğine izniyle vahyetsin diye resûl (melek) göndererek. Allah, bilir ve hikmet sahibidir.

    SONUÇ: Bütün bu âyet-i kerimeler ispat ediyor ki bütün şıracılar ve bozacılar, sahip oldukları korkunç bir emaniyye ağı ile İslâm âlemini sonsuz bir azaba doğru sürüklemektedirler.

    6/EN'ÂM-130: Yâ ma’şerel cinni vel insi e lem ye’tikum rusulun minkum yakussûne aleykum âyâtî ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû şehidnâ alâ enfusinâ ve garrathumul hayâtud dunyâ ve şehidû alâ enfusihim ennehum kânû kâfirîn(kâfirîne).
    Ey insan ve cin topluluğu! Size âyetlerimi anlatan ve bugününüze ulaşacağınız konusunda sizi uyaran içinizden resûller (elçiler) gelmedi mi? “Kendi nefslerimize şahit olduk.” dediler. Dünya hayatı onları aldattı. Ve kendilerinin kâfir olduğuna, kendileri şahit oldular.

    O halde her kim 14 asır evvel yaşanan Kur’ân’daki İslâm’ı hayatına tatbik etmek istiyorsa, mutlak surette Allah’a ulaşmayı dileyerek Allah’ın davetine icabet etmelidir. Teslim dîninin omurgası hidayettir. Ve hidayeti dilemeyen kişi dalâlette olan kişidir, Allah’a ulaşmayı (hidayeti) dilemedikçe bu kişini kurtuluşu asla mümkün değildir.




    12 RAPOR SONUNDA KARNELER
    (MÜTERCİM DURUM TABLOSU)

    1. İmam İskender Ali Mihr (12 doğru)
    2. Ali Bulaç (7 doğru, 2 hatalı, 1 kavram gizlenmesi, 2 HİDAYETİN GİZLENMESİ)
    3. Gültekin Onan (7 doğru, 1 hatalı, 2 kavram gizlenmesi, 2 HİDAYETİN GİZLENMESİ)
    4. Tefhim-ul Kuran (7 doğru, 1 hatalı, 1 kavram gizlenmesi, 3 HİDAYETİN GİZLENMESİ)
    5. Ömer Öngüt (7 doğru, 1 hatalı, 4 HİDAYETİN GİZLENMESİ)
    6. Ahmet Varol (6 doğru, 1 hatalı, 1 kavram gizlenmesi, 4 HİDAYETİN GİZLENMESİ)
    7. Hayrat Neşriyat (6 doğru, 1 hatalı, 1 kavram gizlenmesi, 4 HİDAYETİN GİZLENMESİ)
    8. Elmalılı Hamdi Yazır (6 doğru, 1 hatalı, 5 HİDAYETİN GİZLENMESİ)
    9. Diyanet İşleri (6 doğru, 1 kavram gizlenmesi, 5 HİDAYETİN GİZLENMESİ)
    10. Ahmed Hulusi (5 doğru, 2 kavram gizlenmesi, 5 HİDAYETİN GİZLENMESİ)
    11. İbni Kesir (5 doğru, 1 kavram gizlenmesi, 6 HİDAYETİN GİZLENMESİ)
    12. Yaşar Nuri Öztürk (4 doğru, 2 hatalı, 2 kavram gizlenmesi, 4 HİDAYETİN GİZLENMESİ)
    13. Süleyman Ateş (4 doğru, 2 hatalı, 1 kavram gizlenmesi, 5 HİDAYETİN GİZLENMESİ)
    14. Ümit Şimşek (4 doğru, 1 hatalı, 1 kavram gizlenmesi, 6 HİDAYETİN GİZLENMESİ)
    15. Ömer Nasuhi Bilmen (4 doğru, 1 hatalı, 1 kavram gizlenmesi, 6 HİDAYETİN GİZLENMESİ)
    16. Hasan Basri Çantay (4 doğru, 1 hatalı, 1 kavram gizlenmesi, 6 HİDAYETİN GİZLENMESİ)
    17. Fizilal-il Kuran (4 doğru, 1 hatalı, 1 kavram gizlenmesi, 6 HİDAYETİN GİZLENMESİ)
    18. Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2) (4 doğru, 1 hatalı, 1 kavram gizlenmesi, 6 HİDAYETİN GİZLENMESİ)
    19. Elmalılı (sadeleştirilmiş) (4 doğru, 1 kavram gizlenmesi, 7 HİDAYETİN GİZLENMESİ)
    20. Suat Yıldırım (4 doğru, 8 HİDAYETİN GİZLENMESİ)
    21. Edip Yüksel (3 doğru, 1 hatalı, 1 kavram gizlenmesi, 7 HİDAYETİN GİZLENMESİ)
    22. Adem Uğur (3 doğru, 1 hatalı, 8 HİDAYETİN GİZLENMESİ)
    23. Diyanet Vakfi (3 doğru, 1 hatalı, 8 HİDAYETİN GİZLENMESİ)
    24. Celal Yıldırım (3 doğru, 1 hatalı, 8 HİDAYETİN GİZLENMESİ)
    25. Abdulbaki Gölpınarlı (2 doğru, 3 hatalı, 2 kavram gizlenmesi, 5 HİDAYETİN GİZLENMESİ)
    26. Diyanet İşleri (eski) (2 doğru, 2 hatalı, 8 HİDAYETİN GİZLENMESİ)
    27. Şaban Piriş (2 doğru, 1 hatalı, 2 kavram gizlenmesi, 7 HİDAYETİN GİZLENMESİ)
    28. Bekir Sadak (2 doğru, 1 hatalı, 9 HİDAYETİN GİZLENMESİ)
    29. Ali Fikri Yavuz (1 doğru, 1 hatalı, 4 kavram gizlenmesi, 6 HİDAYETİN GİZLENMESİ)
    30. Muhammed Esed (1 doğru, 1 hatalı, 2 kavram gizlenmesi, 8 HİDAYETİN GİZLENMESİ)
    31. Ahmet Tekin (1 doğru, 1 hatalı, 1 kavram gizlenmesi, 9 HİDAYETİN GİZLENMESİ)
    32. Cemal Külünkoğlu (1 doğru, 1 HİDAYETİN GİZLENMESİ)
    33. Kadri Çelik (, 1 hatalı, 1 HİDAYETİN GİZLENMESİ)
    34. Bayraktar Bayraklı (, 2 HİDAYETİN GİZLENMESİ)
    35. Abdullah Parlıyan (, 2 HİDAYETİN GİZLENMESİ)


    ****

    İlk 12 raporun sonunda;
  • İmam İskender Ali Mihr 12'de 12 doğru meâl veren TEK mütercimimizdir.
  • Sayın Ali Bulaç, Sayın Gültekin Onan, Sayın Ömer Öngüt, Tefhim-ul Kuran mütercimi Mevdudi şu ana kadar incelediğimiz âyetlerin yarısından daha fazlasında doğru meâl vermişlerdir. Âyetleri büyük oranda doğru tercüme etmiş olmaları bu mütercimlerimizin meâllerinde yaptıkları hataların genel olarak "kasıtsız" olduğu ortaya koymaktadır.

    Bu mütercimlerimizi Allah'ın huzurunda, Allah'a hizmet etmeye çalıştıkları için kutluyoruz.

    ***

    İskender Evrenosoğlu Dosyası - 1

    Dünyaya mütealik konularda "İskender Erol Evrenosoğlu" ismini, manevi konularda da "İmam İskender Ali Mihr" ismini kullanan İskender Bey'in tamamı doğru tek meâlin sahibi olması dışında çok önemli bir özelliği daha vardır.

    İmam İskender Ali Mihr 90'lı yıllarda TV'de canlı bir yayında "Ben Allah'ın Resûluyüm" diyerek, resûl olduğunu ilan etmiştir.

    Çok dikkat ediniz;
  • Allahû Tealâ; "Kıyâmete kadar her zaman parçasında her kavimde, o kavmin dilini konuşan Resûller göndeririz." buyurmaktadır.
  • İmam İskender Ali Mihr; "Biz Allah'ın bu zaman parçasındaki Resûlüyüz." demiştir.

    17/İSRÂ-15: ... Ve Biz, bir resûl göndermedikçe azap edici olmadık.
    16/NAHL-36: Ve andolsun ki Biz, bütün ümmetlerin (milletlerin, kavimlerin) içinde resûl beas ettik (hayata getirdik, vazifeli kıldık)...
    23/MU'MİNÛN-44: Sonra Biz, resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her ümmete resûlü geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar...
    7/A'RÂF-35 : Ey Âdemoğulları! Sizin içinizden, size âyetlerimi anlatan (kıssa eden) resûller geldiği zaman, ...
    39/ZUMER-71: ...Ve onun (cehennemin) bekçileri onlara derler ki: “Size, sizden (sizin aranızdan) olan resûller gelmedi mi ki, ...

    *

    Mü'min olan bir kimse; böylesine büyük bir iddia karşısında İskender Bey'in Allah'ın resûlu olup olmadığını bilmek istiyor ise Bakara-45'e ve Nahl-9'a göre bu konuyu hacet namazı kılarak Allah'a sormalı ve Allah'tan öğrenmelidir.

    2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(salâti), ve innehâ le kebîratun illâ alâl hâşiîn(hâşiîne).
    (Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (özel yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.

    16/NAHL-9: Ve alallâhi kasdus sebîli ve minhâ câir(câirun), ve lev şâe le hedâkum ecmaîn(ecmaîne).
    Ve sebîllerin (dergâhlardan Sıratı Mustakîm'e ulaşan bütün yolların yani mürşidlerin) tayini, Allah'ın üzerinedir. Ve ondan sapanlar vardır. Ve eğer O dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi.

    "Bir hususta ihtilâfa düşerseniz Allah'a götürün!" emri kesin bir emirdir.

    4/NİSÂ-59: Yâ eyyuhâllezîne âmenû atîûllâhe ve atîûr resûle ve ulil emri minkum, fe in tenâza’tum fî şey’in fe ruddûhu ilâllâhi ver resûli in kuntum tu’minûne billâhi vel yevmil âhir(âhiri). Zâlike hayrun ve ahsenu te’vîlâ(te’vîlen).
    Ey âmenû olanlar (îmân edenler)! Allah’a ve Resûl’e ve sizden olan idarecilere (emir verme yetkisinin sahiplerine) itaat edin. Bundan sonra eğer bir hususta ihtilâfa düşerseniz, o taktirde Allah’a ve ahiret gününe îmân ediyorsanız, onu Allah’a ve Resûl’üne götürün. Bu daha hayırlıdır ve tevîl (yorum) bakımından en güzelidir.

    Hal böyleyken, olması gerekenin aksine (konuyu Allah'a götürmek yerine) çok ilginç (karanlık) bir dizi gelişme yaşanmıştır. Bu gelişme aslında karanlık bir hedefin icrasıdır. Bu karanlık hedef; ülkemizi hızla hurafeler bataklığına gömerek Kur'ân'ı terk ettirmektir. Bu amaçla karanlık odaklar; Türkiye'nin en iyi ve tek doğru Kur'ân meâlinin sahibi İskender Bey'e karşı bir karalama ve toplumdan izole etme operasyonu başlatmışlardır.

    ****

    İSKENDER EVRENOSOĞLU'NU (İMAM İSKENDER ALİ MİHR'İ) KARALAMA OPERASYONU

    Mü'min; adaletten yana olmak, haksızlıklara ve zulme karşı başkaldırmak zorundadır, azîz kardeşlerimiz.

    Yıllardır İskender Bey hakkında basından çıkan tek yanlı haberleri incelemekteyiz. Hiç dikkat ettiniz mi; İskender Bey ile ilgili basınımızda her yıl en az 3-4 haber çıkar, ancak "hakkınızda şu şekilde iddialar var, ne düşünüyorsunuz?" diye hiç bir haberin sonunda İskender Bey'e mikrofon götürülmez. Bu durum çıkan haberlerin iftira olduğunun delili değil midir? Acaba yalanlarının ortaya çıkmasından korktukları için mi böyle yapıyorlar; biz bilemeyiz, sinelerde olanı ancak Rabbimiz bilir.

    Dikkat edin sevgili kardeşlerim; "Ne zaman bir kişi hakkında sadece suçlamalar (iftiralar) duyuyorsanız ve suçlanan kişinin kendisini savunma hakkı verilmiyorsa orada bilin ki şeytanın parmağı vardır."

    Gelin şeytanın taktiklerini yakından tanıyalım;

    ADIM-1: Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kullanılması

    İskender Bey'in Resûl olduğunu ilan ettiği ve Risalet Nurlarını kendisine Allahû Tealâ'nın yazdırdığını açıkladığı programda zamanın Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz şunları söyledi: "Bildiğiniz gibi Hz. Peygamberimizin gönderilmesiyle vahiy kapısı kapanmıştır."

    "Bildiğiniz gibi...", "en cahil müslüman bile bunu bilir...", tarzı ifadeler hurafe ilmini yaymaya çalışan emaniyyecilerin insanları yönlendirmek için kullandıkları en sevdikleri yöntemlerin başında gelir. Bu gibi söylemleri kullananlar; kendisinin yalan söylediğini düşünenlerin tümünü derhal baskı altına alırlar. Nitekim o gün de bu taktik işe yaradı ve zamanın hiç bir dîn adamı Diyanet İşleri Başkanı'na: "Yalan söylüyorsunuz Sayın Yılmaz! Hangi âyete göre vahiy kesilmiş, bize de söyleyin, biz de bilelim." diyemedi. O halde biz soralım:

    Yalan söylüyorsunuz Sayın Yılmaz! Hangi âyete göre vahiy kesilmiş, bize de söyleyin, biz de bilelim?
    Burda Diyanet İşleri Başkanlığı'na da şu soruyu yöneltmek lazımdır: Kur'ân'da Allahû Tealâ'nın dilediğine, dilediği zaman vahyedebileceği açık olmasına rağmen; nasıl olur da "vahiy kesilmiştir" diyerek Kur'ân âyetlerini inkâr edecek bir kişi Türkiye'nin dîni konularda en yetkili kurumunun başına getirilebilir?

    Şimdi bir Diyanet İşleri başkanı düşünün ki; ya eline hiç Kur'ân almamış olsun, yada elinde bir tek âyet (delil) olmadan dîni bir konuda hüküm veriyor olsun!

    ALLAH DİLEDİĞİNE VAHYEDER!
    20/TÂHÂ-38: Vahyedilecek şeyi annene (Hz. Musa'nın annesi) vahyetmiştik.
    5/MÂİDE-111: Ve havarilere; "Bana ve Resûl'üme îmân edin." diye vahyettiğim zaman, onlar da "Îmân ettik ve bizim (Hakk'a) teslim olduğumuza şahid ol." demişlerdi.
    2/BAKARA-259: ... Bunun üzerine Allah, onu yüz sene öldürdü. Sonra da diriltti. (Ona) “Ne kadar (ölü bir vaziyette) kaldın?” dedi. (O da): “Bir gün veya günün bir kısmı kadar.” dedi. (Allah): “Hayır, yüz yıl kaldın. ...” ...

    Mâide-111, Tâhâ-38, Bakara-259 ve daha onlarca âyet Allahû Tealâ'nın dilediği zaman dilediği kişiye vahiy gönderdiğini ispat etmektedir.

    ADIM-2: ŞIRACI-BOZACI Koalisyonunun Kurulması

    Diyanet İşleri Başkanı'nın "hurafeleri destekleyen tavrı" karşısında hemen meâl sahibi dîn adamları (Şıracı tüccarlar) ve meâl hazırlamamasına rağmen yazdıkları dîni kitapları pazarlama amacında olan diğer dîn adamları (Bozacı tüccarlar) arasında bir koalisyon kurulur.

    Şıracı-Bozacı koalisyonunun karanlık amacı bellidir. Her iki taraf da birbirinin yalanlarını (hurafelerini) görmezden gelerek birbirlerinin itibar sahibi görünmesine yardım ederek, halkı Allah dostlarına karşı kışkırtacaktır. Nitekim öyle de olmuştur. Zamanında bu tartışmalara dahil olan tüm dîn adamları söz birliği ile İskender Bey'i karalamakta, ancak içlerinden hiç birisi bu güne kadar kamuoyuna sözlerini destekleyecek bir âyet dahi verememişlerdir.

    NOT: Şıracı-Bozacı koalisyonunun faaliyetlerini bir sonraki İskender Evrenosoğlu raporunda ayrıntılı olarak ele alacağız inşallah.

    ADIM-3: ŞEYTANIN MEDYA'DAKİ yardımcılarının (hizmetkârlarının) tayin edilmesi

    Şıracı ve bozacı koalisyonunun kurulmasının ardından toplumun tüm kesimlerini İskender Bey'e karşı kışkırtmak için özellikle Samanyolu TV, Zaman Gazetesi, Bugün Gazetesi, vb. dîni konulara ağırlık veren gazetelere bu karalama operasyonunun sürekliliği için kadrolar yerleştirilmiştir.

    Bir kaç yıl önce Hak Aynası gazetesinin sahibi Sayın Mustafa Seyit'in yaptığı ve yayınladığı bir araştırma neticesinde medya kurumlarındaki bu sinsi işbirlikçilerin foyası meydana çıkarıldı.

    Bu saygın gazete ve televizyonlarımız bir temiz eller oparasyonu ile kendi aralarına sızan şeytan insanlardan derhal kurtularak aşağıdaki sorularla ilgili açıklamalar yapmalıdır:

    Soru-1: Şeytanın işbirlikçileri! Yoksa sizler vahiy mi alıyorsunuz?
    İskender Bey ile ilgili haberlerde "Sahte Peygamber" ve "Sahte Mehdi" başlıkları kullananlar!

    Acaba sizler vahiy mi alıyorsunuz da bir kişinin Allah'ın Resûlu veya Mehdi (AS) olup olmadığına karar verebiliyorsunuz?


    Soru-2: İskender Bey'in ismini Tekzib edilmemek korkusuyla mı yanlış yazıyorsunuz?
    Gazeteci-yazar Sayın Mustafa Seyit'in "İskender Evrenesoğlu, Ergenekon ve Ilımlı İslam Üçgeni" başlıklı yazısından bir alıntı:

    www.imamiskenderalimihr.com(*) sitesinde hayatı bölümünde Sn Evrenesoğlu'nun ismiyle ilgili çok ilginç bir ayrıntı dikkatimi çekti: Dünyaya mütealik konularda "İskender Erol Evrenosoğlu" ismini, manevi konularda da "İmam İskender Ali Mihr" ismini kullandığı ifade ediliyor. İlk okuyuşta gözden kaçsa da, dikkatli okuyucularımız hemen farketmişlerdir: Basında çıkan tüm haberlerde "Evrenesoğlu" soyismiyle yazılan İskender Bey'in asıl soyismi "Evrenosoğlu". Basında çıkan haberler giderek ilginçleşiyor.

    49/HUCURÂT-6: Ey âmenû olanlar! Eğer bir fasık size bir haber getirirse, o zaman araştırın. Yoksa cahillikle bir kavme kötülük edersiniz de sonra yaptığınız şeye pişman olursunuz.

    KAYNAK: İskender Evrenesoğlu, Ergenekon ve Ilımlı İslam Üçgeni


    Soyisim yanlışlığının iki şeytanî amaca birden hizmet ettiği açıktır:
  • 1. Hatalı isim yazılarak haberlerin tekzib edilmesinin ve İskender Bey'e cevap hakkı doğmasının yolu kesilmektedir.
  • 2. İskender Bey'in soyismini yanlış öğrenen kişilerin (kamuoyunun) onun hakkında doğru bilgi veren kaynaklara ve aslî sitelere (*) ulaşmasının yolu kesilmektedir.

    Hemen bu şeytanca kurnazlığın sahiplerine soralım: Kaleme aldıkları haberler tekzib edilir korkusuyla İskender Bey'in soyismini yanlış yazan haberciler ve bu haberlerin yayınlanmasına izin veren sorumlular acaba hangi amaca ve kime hizmet etmektedir?

    (*) Sayın İskender Evrenosoğlu hakkında doğru bilgi almak isteyen kişiler, www.imamiskenderalimihr.com sitesinden bilgi alabilirler.


    Soru-3: İskender Bey'in sözlerini neden saptırıyorsunuz?
    Gazete ve TV'ler araştırmamızı genişlettikçe durumun aslında düşündüğümüzden daha vahim noktalara ulaştığıyla karşılaştık:

    Risâlet müessesesi; nübüvvet (yani peygamberlik) değildir, Allah'ın kıyâmete kadar her zaman parçasında her kavme, o kavmin lisanıyla konuşan resûllerini göndermesidir. Ahzâb Suresinin 40. âyetine göre son nebî olan Hz. Muhammed (S.A.V) Efendimizle nübüvvet, yani peygamberlik sona ermiştir.

    İskender Bey'in sitelerinde binlerce sohbeti mevcuttur ve bu sohbetleri incelediğimizde "Biz hiç bir zaman peygamber yani nebî olduğumuzu ilan etmedik, biz bu zaman parçasında Allah'ın hidayetle vazifelendirdiği Resûlüyüz" ifadesiyle yüzlerce defa karşılaştık.

    1. Bu konuda yorum yapan herkesten yıllardır ispat talep etmemize rağmen, hiç bir ispat gelmiyor ise,
    2. İskender Bey asla "ben Allah'ın nebîsiyim" dememiş ise,
    3. İskender Bey'in "Biz bu zaman parçasında Allah'ın hidayetle vazifelendirdiği Resûlüyüz" ifadesini kullandığı yüzlerce görüntülü sohbette yer alıyor ise;

    ARTIK ŞEYTANIN HİZMETKARLARI OLAN BU HABERCİLERE SORALIM!

    Sizler nasıl oluyor da İskender Bey'in sözlerini saptırarak her haberinizde İskender Bey için "peygamberliğini ilan eden" iftirası atabiliyorsunuz? Sizi kimler bir insana iftira atmanız için maşa olarak kullanıyor?


    Allah'a yemin olsun ki; iftira etmiş olduğunuz şeylerden muhakkak sorgulanacaksınız!

    16/NAHL-56: Ve yec’alûne li mâ lâ ya’lemûne nasîben mimmâ razaknâhum, tallâhi le tus’elunne ammâ kuntum tefterûn(tefterûne).
    Onları rızıklandırdığımız şeylerden, bilmediklerine bir pay (nasip) ayırıyorlar. Allah’a yemin olsun ki; iftira etmiş olduğunuz şeylerden mutlaka sorgulanacaksınız.

    ****

    İmam İskender Ali Mihr dosyası devam edecek inşallah!
    ****

    Azîz Kardeşlerimiz,

    Hepinizin bilmesini istediğimiz bir gerçek var; geçtiğimiz onyıllar içerisinde şıracı ve bozacılar tüm İslâm ahlâkını ve Kur'ân hakikâtlerini halkımıza unutturmayı ve dîn tatbikâtını hurafeler bataklığına dönüştürmeyi başarmışlardır.

    Bu hurafe bataklığından kurtulabilmek için; Kur'ân'a sarılmanız ve "Ey yüce Allah'ım ne olur benim de ruhumu Sana ulaştır, beni de ermiş bir evliyan kıl. Amin." şeklindeki bir duayı kalben yapmanız yeterlidir.

    Bir insanın Allah dostu (veya Allah'ın Resûlu) olup olmadığını Allah'a sorarak her zaman öğrenebilirsiniz. Sakın artık sizlere âyet vermeden hurafeler anlatanlara "hocam, bu konuda bir âyet var mı?" diye sormamazlık etmeyiniz, aldananlardan olmayınız.

    Rabbimiz Kur'ân'da hiç bir şeyi eksik bırakmamıştır ve biz insaoğlunu en sevdiği mahlûku olarak yaratmıştır. Rabbimiz yanlız insanoğlunu Kendi ruhundan üfürerek şereflendirmiştir ve Kendi ruhunu bizlere emanet olarak vermiştir. Bu emaneti asıl sahibi olan Allahû Tealâ'ya kalbî bir taleple teslim etmeyi (ulaştırmayı) dilemek, Allah'a teslim olan mânâsına gelen İslâm'ın giriş kapısıdır.

    Sevgili dîn adamlarımız,

    Size bir sorumuz var: Hiç Arapça tahsili görmemiş olan İmam İskender Ali Mihr'in Türkiye'nin tek doğru Kur'ân Meâlini hazırlamış olması, onun bu bilgileri Allah'tan öğrendiğini mi gösterir? (Bu soruyu düşünmemizde ve tefekkür etmemizde inşallah yarar vardır.)

    Bizler ancak ve ancak Allah'a hizmet eden ve Allah'a davet edenleriz. Kur'ân-ı Kerim'de Rabbimizin bizlere verdiği isim nezirdir. İçlerinizden bazılarınız verdiğimiz âyetleri araştıracak ve beraberce Kur'ân hakikâtlerine ulaşabilmemiz için bizlerle tezekkür yapacaktır. Dileğimiz odur ki; herbiriniz sizlere verdiğimiz âyetleri muhakkak araştırınız. Böylece hem kendinizi, hem sevdiklerinizi, hem de size güvenen milyonlarca insanın kurtuluşuna vesile olunuz.

    Biz nezirlerin (uyarıcılar, Allah'ın davetçileri) üç görevi vardır:
  • İnsanları Kur'ân âyetleriyle Allah'a davet etmek (Ra'd-14).
  • Allah'ın davetine icabet ederek Allah'a ulaşmayı dileyenleri Kur'ân âyetleriyle müjdelemek (Zumer-17).
  • Allah'a ulaşmayı inkâr edenleri Kur'ân âyetleriyle kıyâmet günü karşılaşacakları hazin son konusunda uyarmak (Mulk 8-9).

    Allah'a davet edenden daha güzel sözlü kim vardır?

    13/RA'D-14: Lehu da’vetul hakk(hakkı), vellezîne yed’ûne min dûnihî lâ yestecîbûne lehum bi şey’in illâ kebâsitı keffeyhi ilâl mâi li yebluga fâhu ve mâ huve bi bâligıhî, ve mâ duâul kâfirîne illâ fî dalâl(dalâlin).
    Hakkın daveti O’nadır (Kendisinedir, Allah’adır). O'ndan başkasına davet ettikleri (şeyler), onlara bir şeyle icabet etmezler. Onlar ancak suya, onun ağzına, suyun ulaşması için avucunu açmış kimse gibidir. O (su), ona ulaşacak değildir. Ve kâfirlerin daveti, dalâletten (su nasıl onların ağızlarına ulaşamıyorsa, dalâlette olanlar da hidayete ulaşamaz) başka bir şey değildir.

    39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
    Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!

    67/MULK-8: Tekâdu temeyyezu minel gayz(gayzi), kullemâ ulkıye fîhâ fevcun seelehum hazenetuhâ e lem ye’tikum nezîr(nezîrun).
    (Cehennem) nerede ise öfkesinden çatlayacak gibi olur. Oraya herbir grup atılışında onun (cehennemin) bekçileri onlara: “Size nezir (uyarıcı) gelmedi mi?” diye sordu.

    67/MULK-9: Kâlû belâ kad câenâ nezîrun fe kezzebnâ ve kulnâ mâ nezzelallâhu min şey'in entum illâ fî dalâlin kebîr(kebîrin).
    Onlar (cehenneme atılanlar) dediler ki: “Evet, bize nezir gelmişti. Fakat biz onu yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmemiştir, siz ancak büyük bir dalâlet içindesiniz, dedik.”

    Allah hepinizden razı olsun.

    (*) Facebook Tezekkür adresinde hepinizi bekliyoruz.